19 Kasım 2015 Perşembe

KİTAP; Sıddık DEMİR - Afşin'li DERDİÇOK

Hepimizin Derdi Çok
Derdiçok hepimizin

Ömer Hakan Özalp
Kahramanmaraş belediyesince yayımlanan ve Elbistan ağıtlarına ayırılan son cildi, şair dostum Mehmet Gözükara ile derleyip iki cilt halinde yayımladığımız Elbistan Ağıtları-Her Gözyaşı Aynı Renk adlı çalışmamızdan meydana gelen dört ciltlik Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları vesilesiyle birkaç hususa değinmek istedim.
Öncelikle, yöremiz kültürüne büyük katkı sağlayacak böyle bir eseri neşretmelerinden dolayı K. Maraş belediyesi ile emeği geçenleri tebrik eder, başarılarının devamını dileriz.
Elbistan kültürüne bir şekilde katkı sağlamanın ötesinde bir amaç taşımadığımız –bahsi geçen– çalışmamız –Elbistan Ağıtları-Her Gözyaşı Aynı Renk– yayımlandığında; “fazla seçici davranmadığımızı, Elbistanlı şairlere ait ve bir şekilde Elbistan ve Elbistanlılarla ilgili olmasını yeterli bulduğumuzu” özellikle belirtmemize rağmen; küçük de olsa herhangi bir ihsanını beklemediğimiz bir dostumuzun(!) yaptığı birtakım gölgelemelere muhatap olmuştuk.
Bu yazılara o zaman cevap vermeyişimiz, “Ma‘raz-ı hâcette sükut ikrardan gelir!” fehvâsınca, söylenenleri kabullenmemizden ve aczimizden değil, bazen susmanın en beliğ, en anlamlı cevap olduğunu ve her taş atana aynıyla mukabele edilmesi halinde taşın dirheminin tavan yapacağını bilmemizden ileri geliyordu.
Bir de şurası vardı ki:
O sırada; bize karşı yazıldığından, olayı kişiselleştirerek yanlış mecralara çekebiliriz endişesiyle, bahse konu yazıyı her kime göstermişsek, “iyi niyet göremedikleri, yıkmak ve sırf eleştirmiş olmak için kaleme alındığı, daha doğrusu eleştiri denilemeyeceği” yolunda görüşler almıştık.
Bu yüzden de, öfkemize mağlup olarak muhatabımızla aynı menzileye düşmemek ve ta‘n u teşni, tahkir, terzil, teçhil, tehzil, tezyif (yergi, sövgü, küçümseme, değersizleştirme, bilgisizlikle suçlama, alay, karalama) vadisine dökülerek, cüz’i de olsa tanınabilecek haklılık payını kendi içerisinde yok eden ve ahlaki-ilmî prensipleri hiçe sayarak akıldanelik taslamaya dönüşen bir yazıyı ciddiye almış olmamak için sükutu tercih etmiştik.
Yoksa, şahsen, öteden beri, müsbet-yapıcı eleştirinin teşekküre layık olduğunu ve bunun, eleştirenden çok eleştirilene yarayacağını, eleştirisiz hiçbir gelişme olmayacağını savunanlardanız. Nitekim bir eserin kritiğe uğramamasının, olumlu-olumsuz, kimse tarafından ciddiye alınmayışının göstergesi olduğunu bilen eski müelliflerden bazıları, bekledikleri eleştiriyi alamadıklarında müstear isimle kendi eserlerine tenkitler yazmışlardır.
Sövgü ve yergi unsurlarından oluşmuş da olsa, hakkında bir yazı yayımlanması bile, çalışmamızın –hiç değilse bahis konusu yazının yazarınca– ciddiye alındığının göstergesidir. Bu hususta bir utanç varsa, bu, bize değil, eserleri iyi-kötü en küçük bir eleştiriye değer görülemeyenlere aittir.
Bir de şunu belirtmeden geçemeyeceğim ki:
Eleştirme ve tenkit gibi, tamamen olumsuz içerikteki kelimelerle karşılanmasından olsa gerek, bizde eleştiri denilince akla “bir kişinin, eserin.. olumlu yönlerini görmezlikten gelerek, ne kadar olumsuzluk varsa acımasızca ve pervasızca yazmak-söylemek” anlaşılmaktadır.
Eleştiriyi “Yiğidi öldür, hakkını yeme” özdeyişimizle özetlenebilecek şekilde özümseyemeyenler ve kısaca “kritik” olarak algılayamayanlar bu işe yeltenmemelidirler.
Eserimizin, Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları’nın Elbistan ağıtlarına ayırılan dördüncü cildinde neredeyse aynen yayımlanmasının bu hususta en güzel cevap olduğunu söyleyebiliriz. Bu yayın, eserimizin amacına ulaştığının ve –inşaallah– gelecekte daha başka çalışmalara kaynaklık yapacağının göstergesidir.
Bu mevzuya, iki yabancı şairden yaptığım alıntıyla son veriyorum:
Allah, bizden yana
Eleştiricilerimizi mükafatlandırsın!
Onlar fiilleriyle bizden teşekkürü hak ettiler
Çünkü, kötülüklerimizi söyleyelim derken
Bilmeden iyiliklerimizi yaydılar.
Onlar kötülemek istediler; ancak bu
Bizim için bir iftihar vesilesi oldu
                          ***
Allah, bir faziletin yayılmasını dilediğinde
Onu hasetkar bir kimsenin diline düşürür;
Şayet ateş çevresini yakmamış olsaydı
Öd ağacının kokusu bilinmezdi
                                (Mütenebbi)
                           ***
İkinci bir husus da şudur ki:
Aynı dostumuz(!), sonraki yazısında, Sıddık Demir’in Afşinli Derdiçok isimli derlemesini kullanmamızdan dolayı bize tarizlerde bulunmakta ve araştırmamızı ve araştırıcılığımızı dile dolayarak ezcümle şunları söylemekteydi:
“Derdiçok konusunda … büyük bir hatanın taşıyıcılığını yapıyorsunuz. Edebiyat dünyasının … Elbistanlı Derdiçok olarak kabul ettiği bu halk şairimizi, bir kültür, edebiyat düşmanı, hırsızı Afşinli Derdiçok diye göstermeye çalışarak, edebiyat adına gereksiz ve geçersiz bir sahtekarlığa imza atıyor, sizler de bu sahtekarlığı onaylarcasına, desteklercesine kaynak gösteriyorsunuz. Sanıyorum, araştırdığınızı sanarak, araştırmadan. (…) Hiç araştırmadan, bu anlamsız kitabı kaynak göstererek Elbistanlı Derdiçok’u Afşinli Derdiçok olarak yazıyorlar. Ey güzel insanlar, ya araştırın ya da araştırdık demeyin. Yanlışlıkları kar topağı gibi büyütmekten kaçının. (…) Hiçbirimizin de Elbistan ile ilgili saçmasapan birşeyler yazmaya, çizmeye, araştırma yaptım demeye hakkımız yoktur. (…) Derdiçok’u yeterince araştıramayanlar için…”*
Öncelikle şunu belirtelim ki, Derdiçok’un Elbistanlı değil de Afşinli olduğuna inanmış olsaydık, Elbistan Ağıtları ismini verdiğimiz derlememize almamamız gerekirdi.
Sonra, gerçekten Afşinli olsa bile, o tarihlerde –ki Derdiçok 1937’de ölmüştür– Afşin diye bir ilçe yoktur, Elbistan’ın Efsus-Yarpuz nahiyesi vardır.
İkincisi, mademki Derdiçok’a bu kadar sahip çıkıyordunuz da, 1946’da Maraş’ta ve 1955’te Adana’da yayımlanan derlemelerden sonra niçin çıkıp da bir çalışma yapmadınız? Bundan da geçtik, hiç değilse; yaklaşık kırk sene, eser çapında gündeme gelmeyen Derdiçok merhumu, Sıddık Demir, henüz kitaplaşmamış 100 küsur şiirini de derleyerek Afşinli Derdiçok adıyla yayımladığında sahip çıkaydınız…
Burada; Sıddık Demir’e hakaretler yağdırmak yerine, bir iç muhasebesi/otokritik yapılarak, o güne kadar niçin bir Elbistanlının çıkıp da “Elbistanlı Derdiçok”u yazmadığı sorgulansa çok daha akıllıca hareket edilmiş olmaz mıydı?
Böyle giderse daha pek çok değerimiz başka isimler altında yayımlanır. Nitekim son dönemde Izgınlı Behlül Ali’nin şiirleri, Maraşlı Aşık Behlül Ali ismiyle kitaplaştırıldı. Yakında Maraşlı Ahmet Çıtak, Maraşlı Kamil Bozkurt, Maraşlı Adil Soydan vs. de çıkarsa hiç şaşmam.
***
Gelelim, hakkında kıyametler koparılan konuya ve asıl söylemek istediğimize…
Herkesin bildiği ve tüm kaynakların fikir birliği ettiği üzere, paylaşılamaması büyüklüğünün göstergesi olan Derdiçok (Lütfi Pişkin), Kızılcoba mahallesinde dünyaya gelmiş ve o tarihte Elbistan’ın Efsus-Yarpuz –şimdiki Afşin– nahiyesine bağlı olan Tanır’da vefat etmiştir.
Peki ama, Derdiçok gerçekte ve aslen nerelidir?
Bahsi geçen yazı yayımlandığında da sahip olmama rağmen, yukarıda bahsettiğim endişelerden dolayı cevap vermediğim için bugüne kalan bir-iki bilgiyi burada değerli hemşehrilerimle paylaşmak istiyorum.

1
Mudurnulu olup Kayseri dolaylarıyla ve Avşarlarla ilgili araştırmaları bulunan ve 1961’de İstanbul’da vefat eden folklor derlemecisi Fahri Bilge’ye göre, Derdiçok, Elbistan’ın Tılavşın (bugünkü adıyla Hüyüklü) köyündendir.
Bilge, bugün Ankara Milli Kütüphane’de bulunan yazma defterinde (FB 426: A. Ârifî [Fahri Bilge], [Defter], Kayseri 1938-1941) Derdiçok’la ilgili olarak şunları yazmaktadır (s. 222):

“Derdiçok
Derdiçok, Elbistan’ın Tılavşın köyünden Lütfi Hoca’nın nam-ı müstearıdır. Lütfi Hoca, medrese tahsili görmüştür. Köylerde imamlık yapmak suretiyle geçinir, bir taraftan da ziraatla iştigal edermiş.
Lütfi Hoca, Elbistan’ın Kızılcaoba adlı mahallesinde 1278’de doğmuştur. Köy imamlığı ile geçinen Hacı Tıfıl’ın oğludur. 1938 (1937) senesinde, tahminen 65-70 yaşlarında bulunduğu halde ‘Tanır’ köyünde vefat etmiştir.
Muhitindeki halk şairlerinin az-çok tesiri altında kalan Lütfi Hoca, bir köyden bir kıza gönül vermiş; lakin hissiyatını kıza açtığı halde kendisini evlenmeye ikna edememiş. Bu esnada kız başkasına kocaya verilmiş. Lütfi Hoca da bu vaziyetten çok müteessir olmuş; teessürünü ‘Derdiçok’ nam-ı müstearıyla şu mısralarla ifade etmiştir:

Çirkin kaderim deftere
Yazım; n'eyneyim n'eyneyim?
Çok yalvardım ben o yâre
Sözüm tutmadı n'eyneyim?
                  (N’eyneyim: N’eyleyim)

Bağçesinde gül bitmiyor
Dalında bülbül ötmüyor
Ellaham kırık, tutmuyor
Dizim, n'eyneyim n'eyneyim?
                  (Ellaham, ‘Allâhu a‘lem’in muharrefidir.)

Deli olsam eller kınar
Göçü pervaz olup döner
Gece gündüz durmaz yanar
Özüm, n'eyneyim n'eyneyim?

Derdiçok’um el uğruna
Ben ölürüm dost yoluna
Mezarımı yâr köyüne
Kazım, neyneyim neyneyim?”

2.
Türkiye’nin tanınmış isimlerinden Sabahattin Eyuboğlu ile Yaşar Kemal’in birlikte imza attıkları, 1978 yılında yayımlanan Gökyüzü Mavi Kaldı adlı eserde de, Derdiçok’un “Elbistan’ın Yarpuz nahiyesinden” olduğu yazılıdır:
“Derdiçok: Elbistan’ın Yarpuz ilçesindendir (nahiyesindendir). Çağımızın şairlerindendir, imamdır.”
(Gökyüzü Mavi Kaldı, s. 411, 1. basım, Cem Yayınevi, İstanbul, 1978)

3.
Yine Yaşar Kemal, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazısında, Derdiçok’un “Afşin ilçesinden” olduğunu söylemektedir:
“... Sonra Maraş’a gittim ki ne göreyim, benim Karacaoğlan diye derlediğim şiirler Kul Halil’inmiş. Derdiçok diye bir şair var, Maraş’ın Afşin ilçesinden, 1940’lara kadar yaşadığını biliyorum. Derdiçok bir imamdır. Daha yaşarken birçok şiiri Çukurova’da Karacaoğlan’ın oldu...”
(“40 bin yıl su altında cilalanan destan-2”, Cumhuriyet, 4 Mayıs 1992, s. 2)

Bizim buradaki derdimiz, aylar öncesinden yapılmış bir eleştiriye cevap yetiştirmek ya da Derdiçok’un Elbistanlı mı yoksa Afşinli mi olduğu değildir. Yukarıda bahsi geçen üslupsuzluklara, seviyesizlik ve basitliklere dur demek ve ahlaki-ilmî-medeni kaidelerin hoyratça çiğnenmesine dikkat çekmektir.
Yoksa, biz hala –bugünkü Afşin topraklarında doğmuş ve ölmüş olsaydı bile– şairin vefatı tarihinde Afşin diye bir ilçenin olmamasından dolayı Derdiçok’un Elbistanlı olduğunu söylemekteyiz. Bununla birlikte, yukarıdaki bilgiler ışığında –tıpkı, Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Arslan Bey’e bizim de, Göksunluların da sahip çıkışı gibi– Afşinlıların da bu büyük şairimize sahip çıkmaya haklarının olduğunu savunuyoruz.
Derdiçok gibi Karakoç da bizimdir, Mahzuni de... Unutulmamalıdır ki, ortak paydaların çokluğu kardeşliğin ve dostluğun pekişmesini sağlayan en önemli ögedir. Bu bakımdan, neredeyse bin yıldır kardeş olduğumuz nahiyelerle, köylerle aramıza çizilen sanal sınırların bu kadar senlik-benliğe yol açmasını da şahsen anlamadığımı ifade etmeliyim.
Bütün bunların sonucunda, sözkonusu dostumuza, konuyla ilgili kendilerinin ne gibi araştırmalar yaptığını ve asıl kimin araştırmadan, desteksiz ahkam kestiğini sormaya hakkımız olduğunu düşünüyorum.
Sözlerimize burada son verirken,
“Edep bir tâc imiş nûr-ı Hudâ’dan
Ol tâcı giy emin ol her belâdan”
ve
 “Gezdim Şâm u Halep, eyledim ilim talep
Meğer ilim bir hiç imiş, illâ edep illâ edep”
diyor ve başladığımız gibi bitiriyoruz:
“Hepimizin Derdi Çok
Derdiçok hepimizin”

* Yazarın üslupsuzluğundan dolayı okuyucularından gelen bir yorumu buraya aynen alıyorum:
“Sayın köşe yazarını ilk önce eleştirel bir yazı yazdığı için bir Afşinli olarak kutluyorum. Fakat eleştirirken, insanların ortaya koyduğu eserleri küçümseyerek bir eleştiri tarzı yakalamış olmanızı da şiddetle kınarım. Çünkü eğer yazar Elbistanlı Derdiçok olarak kaleme alsaydı ve diyelim ki Afşinli olsaydı ben rahatsızlık duymaz, aksine, aynı yörenin insanı olduğumuz için gurur duyardım. Türk halk edebiyatında ne kadar tanındığı da malum. Sen, ben, bir de bu konuda ilmî çalışma yapan insanlar bilirler. Belki bu kitap sayesinde birçok insanın tanıma fırsatı olmuştur. Madem çok zorunuza gidiyor, siz işe el atsaydınız ve Elbistanlı Derdiçok deseydiniz kardeşim. Eleştiri güzeldir, fakat bizim milletimiz sadece eleştiriyor. Şu da var ki Türk tarihinde, özellikle Türk dervişlerinin doğum yerleri farklı, ölüm yerleri farklı, ama biz ölüm yeri ile özdeşleştirmişiz. Mesela Mevlana nerde doğdu? Nereli oldu? Konyalı oldu, değil mi? Olaya buradan bakarsak, Afşinli. Ama ben sizin gibi küçük ilçe milliyetçiliği yapmayacağım. Bizim yöremizin insanıdır. Yazınıza tekrardan teşekkür ederim. Fakat eleştirileriniz yersiz ve bahaneci. Ayrıştırmayı da siz yapıyorsunuz. Üslubunuzu değiştirmenizi tavsiye ederim. Saygılarıma...”

değerli Afşinli elbistanlı kardeşlerim artık şu Afşin-Elbistan çekişmeesi bitsin Derdi çok Hem Afşinin şairi hemde Elbistanın şairidir. Şimdi Afşinde Eshab-ı Kehf var bu Eshab-ı Kehf Bölgemizin Eshab-ı Kehfi buna Afşinlide,Elbistanlıda sahip çıksın. Eğer Afşin-Elbistan Çekişmesi olmayıp iki ilçe Birleşip İl olsalar ne olurdu. Yani Kuzeyde Afşin-Elbistan veya Elbistan-Afşin İli kurulsa ne olurdu. Kısır çekişmeyi bırakıp Afin-Elbistan ilini nasıl kura  AHMET AKBULUT

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder