Hepimizin Derdi
Çok
Derdiçok
hepimizin
Ömer Hakan
Özalp
Kahramanmaraş
belediyesince yayımlanan ve Elbistan ağıtlarına ayırılan son cildi, şair dostum
Mehmet Gözükara ile derleyip iki cilt halinde yayımladığımız Elbistan
Ağıtları-Her Gözyaşı Aynı Renk adlı çalışmamızdan meydana gelen dört ciltlik
Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları vesilesiyle birkaç hususa değinmek istedim.
Öncelikle,
yöremiz kültürüne büyük katkı sağlayacak böyle bir eseri neşretmelerinden
dolayı K. Maraş belediyesi ile emeği geçenleri tebrik eder, başarılarının
devamını dileriz.
Elbistan
kültürüne bir şekilde katkı sağlamanın ötesinde bir amaç taşımadığımız –bahsi
geçen– çalışmamız –Elbistan Ağıtları-Her Gözyaşı Aynı Renk– yayımlandığında;
“fazla seçici davranmadığımızı, Elbistanlı şairlere ait ve bir şekilde Elbistan
ve Elbistanlılarla ilgili olmasını yeterli bulduğumuzu” özellikle belirtmemize
rağmen; küçük de olsa herhangi bir ihsanını beklemediğimiz bir dostumuzun(!)
yaptığı birtakım gölgelemelere muhatap olmuştuk.
Bu
yazılara o zaman cevap vermeyişimiz, “Ma‘raz-ı hâcette sükut ikrardan gelir!”
fehvâsınca, söylenenleri kabullenmemizden ve aczimizden değil, bazen susmanın
en beliğ, en anlamlı cevap olduğunu ve her taş atana aynıyla mukabele edilmesi
halinde taşın dirheminin tavan yapacağını bilmemizden ileri geliyordu.
Bir de
şurası vardı ki:
O sırada;
bize karşı yazıldığından, olayı kişiselleştirerek yanlış mecralara çekebiliriz
endişesiyle, bahse konu yazıyı her kime göstermişsek, “iyi niyet göremedikleri,
yıkmak ve sırf eleştirmiş olmak için kaleme alındığı, daha doğrusu eleştiri
denilemeyeceği” yolunda görüşler almıştık.
Bu yüzden
de, öfkemize mağlup olarak muhatabımızla aynı menzileye düşmemek ve ta‘n u
teşni, tahkir, terzil, teçhil, tehzil, tezyif (yergi, sövgü, küçümseme,
değersizleştirme, bilgisizlikle suçlama, alay, karalama) vadisine dökülerek,
cüz’i de olsa tanınabilecek haklılık payını kendi içerisinde yok eden ve
ahlaki-ilmî prensipleri hiçe sayarak akıldanelik taslamaya dönüşen bir yazıyı
ciddiye almış olmamak için sükutu tercih etmiştik.
Yoksa,
şahsen, öteden beri, müsbet-yapıcı eleştirinin teşekküre layık olduğunu ve
bunun, eleştirenden çok eleştirilene yarayacağını, eleştirisiz hiçbir gelişme
olmayacağını savunanlardanız. Nitekim bir eserin kritiğe uğramamasının,
olumlu-olumsuz, kimse tarafından ciddiye alınmayışının göstergesi olduğunu
bilen eski müelliflerden bazıları, bekledikleri eleştiriyi alamadıklarında
müstear isimle kendi eserlerine tenkitler yazmışlardır.
Sövgü ve
yergi unsurlarından oluşmuş da olsa, hakkında bir yazı yayımlanması bile,
çalışmamızın –hiç değilse bahis konusu yazının yazarınca– ciddiye alındığının
göstergesidir. Bu hususta bir utanç varsa, bu, bize değil, eserleri iyi-kötü en
küçük bir eleştiriye değer görülemeyenlere aittir.
Bir de
şunu belirtmeden geçemeyeceğim ki:
Eleştirme ve
tenkit gibi, tamamen olumsuz içerikteki kelimelerle karşılanmasından olsa
gerek, bizde eleştiri denilince akla “bir kişinin, eserin.. olumlu yönlerini
görmezlikten gelerek, ne kadar olumsuzluk varsa acımasızca ve pervasızca
yazmak-söylemek” anlaşılmaktadır.
Eleştiriyi
“Yiğidi öldür, hakkını yeme” özdeyişimizle özetlenebilecek şekilde özümseyemeyenler
ve kısaca “kritik” olarak algılayamayanlar bu işe yeltenmemelidirler.
Eserimizin,
Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları’nın Elbistan ağıtlarına ayırılan dördüncü
cildinde neredeyse aynen yayımlanmasının bu hususta en güzel cevap olduğunu
söyleyebiliriz. Bu yayın, eserimizin amacına ulaştığının ve –inşaallah–
gelecekte daha başka çalışmalara kaynaklık yapacağının göstergesidir.
Bu
mevzuya, iki yabancı şairden yaptığım alıntıyla son veriyorum:
Allah,
bizden yana
Eleştiricilerimizi
mükafatlandırsın!
Onlar
fiilleriyle bizden teşekkürü hak ettiler
Çünkü,
kötülüklerimizi söyleyelim derken
Bilmeden
iyiliklerimizi yaydılar.
Onlar
kötülemek istediler; ancak bu
Bizim için
bir iftihar vesilesi oldu
***
Allah, bir
faziletin yayılmasını dilediğinde
Onu
hasetkar bir kimsenin diline düşürür;
Şayet ateş
çevresini yakmamış olsaydı
Öd
ağacının kokusu bilinmezdi
(Mütenebbi)
***
İkinci bir
husus da şudur ki:
Aynı
dostumuz(!), sonraki yazısında, Sıddık Demir’in Afşinli Derdiçok isimli
derlemesini kullanmamızdan dolayı bize tarizlerde bulunmakta ve araştırmamızı
ve araştırıcılığımızı dile dolayarak ezcümle şunları söylemekteydi:
“Derdiçok
konusunda … büyük bir hatanın taşıyıcılığını yapıyorsunuz. Edebiyat dünyasının
… Elbistanlı Derdiçok olarak kabul ettiği bu halk şairimizi, bir kültür,
edebiyat düşmanı, hırsızı Afşinli Derdiçok diye göstermeye çalışarak, edebiyat
adına gereksiz ve geçersiz bir sahtekarlığa imza atıyor, sizler de bu
sahtekarlığı onaylarcasına, desteklercesine kaynak gösteriyorsunuz. Sanıyorum,
araştırdığınızı sanarak, araştırmadan. (…) Hiç araştırmadan, bu anlamsız kitabı
kaynak göstererek Elbistanlı Derdiçok’u Afşinli Derdiçok olarak yazıyorlar. Ey
güzel insanlar, ya araştırın ya da araştırdık demeyin. Yanlışlıkları kar topağı
gibi büyütmekten kaçının. (…) Hiçbirimizin de Elbistan ile ilgili saçmasapan
birşeyler yazmaya, çizmeye, araştırma yaptım demeye hakkımız yoktur. (…)
Derdiçok’u yeterince araştıramayanlar için…”*
Öncelikle
şunu belirtelim ki, Derdiçok’un Elbistanlı değil de Afşinli olduğuna inanmış
olsaydık, Elbistan Ağıtları ismini verdiğimiz derlememize almamamız gerekirdi.
Sonra,
gerçekten Afşinli olsa bile, o tarihlerde –ki Derdiçok 1937’de ölmüştür– Afşin
diye bir ilçe yoktur, Elbistan’ın Efsus-Yarpuz nahiyesi vardır.
İkincisi,
mademki Derdiçok’a bu kadar sahip çıkıyordunuz da, 1946’da Maraş’ta ve 1955’te
Adana’da yayımlanan derlemelerden sonra niçin çıkıp da bir çalışma yapmadınız?
Bundan da geçtik, hiç değilse; yaklaşık kırk sene, eser çapında gündeme
gelmeyen Derdiçok merhumu, Sıddık Demir, henüz kitaplaşmamış 100 küsur şiirini de
derleyerek Afşinli Derdiçok adıyla yayımladığında sahip çıkaydınız…
Burada;
Sıddık Demir’e hakaretler yağdırmak yerine, bir iç muhasebesi/otokritik
yapılarak, o güne kadar niçin bir Elbistanlının çıkıp da “Elbistanlı Derdiçok”u
yazmadığı sorgulansa çok daha akıllıca hareket edilmiş olmaz mıydı?
Böyle
giderse daha pek çok değerimiz başka isimler altında yayımlanır. Nitekim son
dönemde Izgınlı Behlül Ali’nin şiirleri, Maraşlı Aşık Behlül Ali ismiyle
kitaplaştırıldı. Yakında Maraşlı Ahmet Çıtak, Maraşlı Kamil Bozkurt, Maraşlı
Adil Soydan vs. de çıkarsa hiç şaşmam.
***
Gelelim,
hakkında kıyametler koparılan konuya ve asıl söylemek istediğimize…
Herkesin
bildiği ve tüm kaynakların fikir birliği ettiği üzere, paylaşılamaması
büyüklüğünün göstergesi olan Derdiçok (Lütfi Pişkin), Kızılcoba mahallesinde
dünyaya gelmiş ve o tarihte Elbistan’ın Efsus-Yarpuz –şimdiki Afşin– nahiyesine
bağlı olan Tanır’da vefat etmiştir.
Peki ama,
Derdiçok gerçekte ve aslen nerelidir?
Bahsi
geçen yazı yayımlandığında da sahip olmama rağmen, yukarıda bahsettiğim
endişelerden dolayı cevap vermediğim için bugüne kalan bir-iki bilgiyi burada
değerli hemşehrilerimle paylaşmak istiyorum.
1
Mudurnulu
olup Kayseri dolaylarıyla ve Avşarlarla ilgili araştırmaları bulunan ve 1961’de
İstanbul’da vefat eden folklor derlemecisi Fahri Bilge’ye göre, Derdiçok,
Elbistan’ın Tılavşın (bugünkü adıyla Hüyüklü) köyündendir.
Bilge,
bugün Ankara Milli Kütüphane’de bulunan yazma defterinde (FB 426: A. Ârifî
[Fahri Bilge], [Defter], Kayseri 1938-1941) Derdiçok’la ilgili olarak şunları
yazmaktadır (s. 222):
Derdiçok,
Elbistan’ın Tılavşın köyünden Lütfi Hoca’nın nam-ı müstearıdır. Lütfi Hoca,
medrese tahsili görmüştür. Köylerde imamlık yapmak suretiyle geçinir, bir
taraftan da ziraatla iştigal edermiş.
Lütfi
Hoca, Elbistan’ın Kızılcaoba adlı mahallesinde 1278’de doğmuştur. Köy imamlığı
ile geçinen Hacı Tıfıl’ın oğludur. 1938 (1937) senesinde, tahminen 65-70
yaşlarında bulunduğu halde ‘Tanır’ köyünde vefat etmiştir.
Muhitindeki
halk şairlerinin az-çok tesiri altında kalan Lütfi Hoca, bir köyden bir kıza
gönül vermiş; lakin hissiyatını kıza açtığı halde kendisini evlenmeye ikna
edememiş. Bu esnada kız başkasına kocaya verilmiş. Lütfi Hoca da bu vaziyetten
çok müteessir olmuş; teessürünü ‘Derdiçok’ nam-ı müstearıyla şu mısralarla
ifade etmiştir:
Çirkin
kaderim deftere
Yazım;
n'eyneyim n'eyneyim?
Çok
yalvardım ben o yâre
Sözüm
tutmadı n'eyneyim?
(N’eyneyim:
N’eyleyim)
Bağçesinde
gül bitmiyor
Dalında
bülbül ötmüyor
Ellaham
kırık, tutmuyor
Dizim,
n'eyneyim n'eyneyim?
(Ellaham,
‘Allâhu a‘lem’in muharrefidir.)
Deli olsam
eller kınar
Göçü
pervaz olup döner
Gece
gündüz durmaz yanar
Özüm,
n'eyneyim n'eyneyim?
Derdiçok’um
el uğruna
Ben ölürüm
dost yoluna
Mezarımı
yâr köyüne
Kazım,
neyneyim neyneyim?”
2.
Türkiye’nin
tanınmış isimlerinden Sabahattin Eyuboğlu ile Yaşar Kemal’in birlikte imza
attıkları, 1978 yılında yayımlanan Gökyüzü Mavi Kaldı adlı eserde de,
Derdiçok’un “Elbistan’ın Yarpuz nahiyesinden” olduğu yazılıdır:
“Derdiçok:
Elbistan’ın Yarpuz ilçesindendir (nahiyesindendir). Çağımızın şairlerindendir,
imamdır.”
(Gökyüzü
Mavi Kaldı, s. 411, 1. basım, Cem Yayınevi, İstanbul, 1978)
3.
Yine Yaşar
Kemal, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazısında, Derdiçok’un “Afşin
ilçesinden” olduğunu söylemektedir:
“... Sonra
Maraş’a gittim ki ne göreyim, benim Karacaoğlan diye derlediğim şiirler Kul
Halil’inmiş. Derdiçok diye bir şair var, Maraş’ın Afşin ilçesinden, 1940’lara
kadar yaşadığını biliyorum. Derdiçok bir imamdır. Daha yaşarken birçok şiiri
Çukurova’da Karacaoğlan’ın oldu...”
(“40 bin
yıl su altında cilalanan destan-2” ,
Cumhuriyet, 4 Mayıs 1992, s. 2)
Bizim
buradaki derdimiz, aylar öncesinden yapılmış bir eleştiriye cevap yetiştirmek
ya da Derdiçok’un Elbistanlı mı yoksa Afşinli mi olduğu değildir. Yukarıda
bahsi geçen üslupsuzluklara, seviyesizlik ve basitliklere dur demek ve
ahlaki-ilmî-medeni kaidelerin hoyratça çiğnenmesine dikkat çekmektir.
Yoksa, biz
hala –bugünkü Afşin topraklarında doğmuş ve ölmüş olsaydı bile– şairin vefatı
tarihinde Afşin diye bir ilçenin olmamasından dolayı Derdiçok’un Elbistanlı
olduğunu söylemekteyiz. Bununla birlikte, yukarıdaki bilgiler ışığında –tıpkı,
Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Arslan Bey’e bizim de, Göksunluların da sahip
çıkışı gibi– Afşinlıların da bu büyük şairimize sahip çıkmaya haklarının
olduğunu savunuyoruz.
Derdiçok
gibi Karakoç da bizimdir, Mahzuni de... Unutulmamalıdır ki, ortak paydaların
çokluğu kardeşliğin ve dostluğun pekişmesini sağlayan en önemli ögedir. Bu
bakımdan, neredeyse bin yıldır kardeş olduğumuz nahiyelerle, köylerle aramıza
çizilen sanal sınırların bu kadar senlik-benliğe yol açmasını da şahsen
anlamadığımı ifade etmeliyim.
Bütün
bunların sonucunda, sözkonusu dostumuza, konuyla ilgili kendilerinin ne gibi
araştırmalar yaptığını ve asıl kimin araştırmadan, desteksiz ahkam kestiğini
sormaya hakkımız olduğunu düşünüyorum.
Sözlerimize
burada son verirken,
“Edep bir
tâc imiş nûr-ı Hudâ’dan
Ol tâcı
giy emin ol her belâdan”
ve
“Gezdim
Şâm u Halep, eyledim ilim talep
Meğer ilim
bir hiç imiş, illâ edep illâ edep”
diyor ve
başladığımız gibi bitiriyoruz:
“Hepimizin
Derdi Çok
Derdiçok
hepimizin”
* Yazarın
üslupsuzluğundan dolayı okuyucularından gelen bir yorumu buraya aynen alıyorum:
“Sayın
köşe yazarını ilk önce eleştirel bir yazı yazdığı için bir Afşinli olarak
kutluyorum. Fakat eleştirirken, insanların ortaya koyduğu eserleri küçümseyerek
bir eleştiri tarzı yakalamış olmanızı da şiddetle kınarım. Çünkü eğer yazar
Elbistanlı Derdiçok olarak kaleme alsaydı ve diyelim ki Afşinli olsaydı ben
rahatsızlık duymaz, aksine, aynı yörenin insanı olduğumuz için gurur duyardım.
Türk halk edebiyatında ne kadar tanındığı da malum. Sen, ben, bir de bu konuda
ilmî çalışma yapan insanlar bilirler. Belki bu kitap sayesinde birçok insanın
tanıma fırsatı olmuştur. Madem çok zorunuza gidiyor, siz işe el atsaydınız ve
Elbistanlı Derdiçok deseydiniz kardeşim. Eleştiri güzeldir, fakat bizim
milletimiz sadece eleştiriyor. Şu da var ki Türk tarihinde, özellikle Türk
dervişlerinin doğum yerleri farklı, ölüm yerleri farklı, ama biz ölüm yeri ile
özdeşleştirmişiz. Mesela Mevlana nerde doğdu? Nereli oldu? Konyalı oldu, değil
mi? Olaya buradan bakarsak, Afşinli. Ama ben sizin gibi küçük ilçe
milliyetçiliği yapmayacağım. Bizim yöremizin insanıdır. Yazınıza tekrardan
teşekkür ederim. Fakat eleştirileriniz yersiz ve bahaneci. Ayrıştırmayı da siz
yapıyorsunuz. Üslubunuzu değiştirmenizi tavsiye ederim. Saygılarıma...”
değerli
Afşinli elbistanlı kardeşlerim artık şu Afşin-Elbistan çekişmeesi bitsin Derdi
çok Hem Afşinin şairi hemde Elbistanın şairidir. Şimdi Afşinde Eshab-ı Kehf var
bu Eshab-ı Kehf Bölgemizin Eshab-ı Kehfi buna Afşinlide,Elbistanlıda sahip
çıksın. Eğer Afşin-Elbistan Çekişmesi olmayıp iki ilçe Birleşip İl olsalar ne
olurdu. Yani Kuzeyde Afşin-Elbistan veya Elbistan-Afşin İli kurulsa ne olurdu.
Kısır çekişmeyi bırakıp Afin-Elbistan ilini nasıl kura AHMET AKBULUT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder