28 Kasım 2015 Cumartesi

AFŞİNLİ DERDİÇOK, (Araştırma:Sıddık Demir) - Erdal Öztürk

AFŞİNLİ DERDİÇOK
                              (Araştırma: Sıddık Demir)                                                              ErdalÖztürk*
Halkın içinde yaşayan soylu, anlamlı dörtlükler vardır. Sahibi bilinmez, zamanla ya anonim olur ya da tanınmış bir başka halk şairine güzellikleri nedeniyle yakıştırılır. Oysa o dizeleri söyleyenler kanlarıyla canlarıyla içimizde, köyümüzde, yöremizde yaşamışlar dır.
Türkülerini, koşmalarını söylemişlerdir ve zaman tünelinde adları silinmiştir. Ancak söyledikleri bize ulaşmıştır. İşte, Afşinli Derdiçok mahlası ile söylemiş Türk aşık edebiyatının 1874-1937 yılları arasında yaşayan Ömer Lütfü Pişkin de bunlardan biri.
Onu, sabırlı bir araştırma ve titiz bir derleme sonucu gün ışığına çıkaran eğitimci-araştırmacı Sıddık Demir’i yürekten kutluyoruz. Derdiçok, bir yirminci yüzyıl Karaca oğlan’ı ve ondan geri kalır yanı yok.
Şiirlerinin tamamı 8’li, 11’li ve 14’lü hece ölçüsüyle söylenmiş koşma ve semai tarzında.
Prof. Dr. Şükrü Elçin’in tanımıyla “Şiir severlerin zevkle okuyacağı ve halk edebiyatı araştırıcılarının faydalanacağı bir eser.”
 Arif Nihat Asya Hoca;
 “Derdiçok, zamanının  en büyük halk şairiydi. Değeri, Dertliler, Gevheriler, hatta Karacaoğlanlar’la mukayese edilebilecek kadar yüksektir. Bu hükmü mesuliyetini kabul ederek veriyorum” diyecek kadar şairi beğenmiştir.
Prof. Dr. Fuat Köprülü, “Aşık edebiyatımızın asrımızdaki son değerli mümessillerinden sayılabilir” demiş bir yazısında.
 Sıddık Demir; Şairin, uzun bir çalışma sonucu elde ettiği 368 adet şiirini kitaba koymuş. Ayrıca, Derdiçok’un hayatı, kişiliği ile kaynakça ve mahalli sözcükleri de eklemiş. Şiirleri okuyunca saf ve bu toprakta yaşayan canım Türkçe’nin ihtişamına bir daha tanık oluyor insan.
Modern ve serbest yazan her şaire ilham olabilecek söyleyiş güzelliği, insanı, doğayı her zerresine kadar kavramış derinlemesine bir gözlem ve Anadolu aşığının insanı saran ve şaşırtan derinlikler ve yoğunluklar gizlenmiş, sinmiş şiirlerine Derdiçok’un.
Yaşadığı zamanın ve mekanın tanığı ve tanıtıcısı olmuş. Bize; Sinemasız, televizyonsuz zamanlardan;rengiyle, kokusuyla, insanıyla, doğasıyla belgesel bir miras bırakmış, yaşadığı Anadolu’nun küçük bir köşesinde…
                                   *(İlkyaz Edebiyat dergisi-sayı:14-Mart 1993)
***
İlçemizin yetiştirdiği Tanır’lı  Aşık DERDİÇOK’u Tanır Mezarlığında ziyaret ederek Ruhlarına bir Fatiha okuduk.
DERDİÇOK’un tüm şiirleri vefatından sonra Derdiçok ve Şiirleri (A. S. Emirmahmudoğlu - A. D. Özavşar - M. A. Küçükpınar, Maraş, 1946); 2) Derdiçok”un Hayatı ve Şiirleri (M. Ayyıldız, Adana, 1955); 3) Afşinli Derdiçok (Sıddık Demir, Ankara, 1993) tarafından kitaplaştırılmıştır.
Mezarı ise 8 Temmuz 2008 Tarihinde yapılan bir çalışma ile yeniden yapılarak Tanır Mezarlığındadır.
Peki DERDİÇOK adı ile bilinen Ömer Lütfü PİŞKİN kimdir?
1874-1937. Elbistan’da doğdu. Asıl adı Ömer Lütfi Pişkin’dir. Okuma yazmayı imam olan babasından öğrendi. Şiire ve aşıklık geleneğine küçük yaşlarda ilgi duymaya başladı. Ancak babasının istediğinin tersine ilk zamanlarda dini görevlere yönelmedi. Daha çocukken babası tarafından kolunun kırılması nedeniyle Derdiçok mahlasını aldığı aktarılmaktadır.
Karac’oğlan’dan Gevheri’ye çeşitli aşıkların şiirlerinden etkilenen Derdiçok, sevda ağırlıklı şiirleriyle öneçıktı. Yörede, dönemin değişik aşıklarıyla da karşılaşan Derdiçok’un, öteki aşıklar gibi alışılagelmiş gezici özelliği yoktu.
Yaşamını sürdürebilmek için yöredeki köylerde uzun yıllar imamlık yaptı.
Elbistan’da doğmuş ama Afşin’de yaşamıştır.   Tüm yaşamı boyunca Elbistan ve Afşin çevresi dışına çıkmayan aşığa ilişkin Sıddık Demir tarafından yapılan 'Afşinli Derdiçok, Hayatı-Edebi Kişiliği ve Şiirleri' (1993) adlı bir araştırma bulunmaktadır.

Derdiçok zatüreden ölmüştür. Mezarı Afşin Tanır kasabasındadır.

AFŞİN ESHABÜ’L KEHF KÜLLİYESİ; SIDDIK DEMİR ("EN UZUN GÜN (Yedi Uyurlar - Seven Sleepers) Şehzade'nin Rüyası)

AFŞİN ESHABÜ’L KEHF KÜLLİYESİ
SIDDIK DEMİR
Kutsal mağarayıda içine alan Külliye Afşin’in altı km kuzeybatısında küçük bir dağ üzerindedir. Külliyede dört eser bulunur. Bunların üçü külliyenin esasını teşkil etmektedir. Dördüncüsü ise çok sonra Dulkadırlılar zamanında yapılmış bir ilavedir. 
Külliyenin de içinde bulunduğu Afşin K.Maraş iline bağlı ilçe merkezidir. Denizden 1000 metrenin çok üstünde yüksekliğe sahip bir ovanın üzerinde bulunur. Bu ova oldukça geniş olup dört tarafı dağlar ile çevrilidir. Yörenin eski çağ ile orta çağın ilk yarısında, şehri ve merkezi Afşin’dir.
Kuran’ı Kerimde; Eshabı-l Kehf mağara arkadaşları demektir. Eshabı-l Kehf ile ilgili ayetler Kuran-ı Kerim XVIII süresinde bulunmaktadır.bu surenin ayetleri mekkede nazil olup Eshabı-l kehf ve Yedi uyurların tanrının mucizesi olduğunu hikmetlerini ve akıbetlerini geniş anlamda kapsamaktadır. Tarih ve Tefsir eserlerinde ise Eshabı-l Kehf hakkında birçok eser bırakılmasa rağmen en detaylı bilgileri zamanın bilim adamlarından Taberi tarafından kaleme alınmıştır. Bu eser daha sonrada bir çok bilim adamına ışık tutarak günümüze kadar gelmiştir. Taberi’nin verdiği bilgilere göre Eshabı-l Kehf Tanrıya iman eden gençler olup, puta tapan bir kavimin mensubu iken Tanrı onlara doğru yolu göstermiş, onların amacı ise Hazreti isa’nın yolundan gitmek ve İslamiyet inancını taşımaktı. O tarihin Hükümdarlarından Dakyanus gençlerin dinlerinden ayrıklarını haberini alınca, onları yakalamaya çalıştı fakat gençler dinlerinde sebat ederek Nihlus adlı bir mağaraya sığındılar. Geceyi geçirmek için girdikleri mağarada yanlarında çiftçi arkadaşlarının köpekleri Kıtmirde bulunuyordu Allah’ın takdiri ile zulümden kaçan gençlerin inançlarıyla yüzyılın süren bir uykuya daldılar ve uyandıklarında zulüm bitmiş olup halkımız arasında bugüne kadar ruhani olarak değerini korumuşlardır.
Yedi uyurların ismi şu şekildedir: Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Dekarnuş,Şazenuş, Kafetatayuş,
MAĞARA ARKADAŞLARININ HİKAYESİ 
Eshabı Kehf hadisesi kur anı karim de ve diğer semavi kitaplarda Bas-ü bedel mevt(Yeniden dirilme )inancının delilleri arasında gösterilir. Buna göre
Efsus yada Yarpuz denilen yerde Dakyanus (Dakyus) adında bir zalim hükümdar halkı kendisine ve putlara taptırırmış. Allah ın varlığına ve birligine inanan bir kaç genç ise gizlice ibadet ederek bu zalimin buyrugu dışına çıkarlarmış Bunu haber alan Dakyanus tan kaçan gençler kendileri gibi inançlı bir çobana rastlarlar Çoban ve kıtmir adındaki köpegi de onlara katılır Çobanın bildigi ve yanında su olan bir mağraya sığınan Eshabül kehf burada uykuya dalarlar Kralın vezinleri mağrayı bulurlar ançak korkularından içeriye giremezler Eshabı kehf buradaysa çıkmayıp helak olsunlar diyerek mağranın ağzını ördürürler
Eshabı kehf bir rivayete göre 309 sene bu vaziyette kalırlar acıktıklarından bahisle içlerinden Yemliha yı şehre ekmek almaya gönderirler Şehirde Dakyanus zamanından kalma parayla alış veriş yapmak isteyen Yemliha dan şüphelenen halk onu mahkemeye çıkartır Mahkemede halini anlatan Yemliha delil için halkı mağranın önüne getirir Ancak mağrada kendisini bekleyen arkadaşlarının korkabileceğinden bahisle içeriye yalnız girip onlara durumu anlatacağını söyleyerek ayrılır ve sır olup gider bu olay zalim Dakyanus tan yüz yıllarca sene sonra Allah a inanmakla beraber ahirete ve yeniden dirilmeye inanmayan halk için müthiş bir mucize olur. Devrin kralının dualarıda böylece kabul olmuş olur.
Kuran ı Kerimde yer alan Kehf Suresinde mağara arkadaşlarının durumuna değinilmiş ancak ayrıntılı bilgi verilmemiştir. Kehf suresinin 9. ayetinde "sen ashabı kehfi ve rakimi kerametlerimizden birimi sandın" sözleri ile Hz. Peygambere seslenildikten sonra mağara arkadaşları ile ilgili bilgi verilmeye başlanmaktadır.(Bazı kimseler ) "onlar üçtür dördüncüleri köpekleridir" diyecekler bunlar (Bazılarıda ) onlar beştir altıncıları köpektir diyecektir. Bunlar gaybı taşlamaktır ( Bazıları ise ) onlar yedidir sekizincileri köpekleridir diyeceklerdir De ki: Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. O halde onlar hakkında sana bildirilen açık deliller dışında münakaşaya girme ve onlar hakkında hiç kimseden bir şey sorma (Kehf Suresi 22)
Hiç bir şey için (Bunu yarın yapacağım deme Kehf suresi 23)
Ancak "Allah dilerse yaparım de . Bunu unuttugun taktirde Rabbini an ve "umarım ki Rabbim beni bundan daha yakın olan biryola iletir de (Kehf suresi 24)
Onlar mağaralarında üçyüzyıl kalmışlardır buna dokuz yıl daha eklemişlerdir (Kehf suresi 25)
Kur an ı Kerimde yedi uyurların isimleriyle ilgili her hangi bir ibare bulunmamakla birlikte halk arasında isimleri söyledir Yemliha , Mekselina , Mislina Mernuş Debernuş, Sazernuş, Kefeştatayuş , ve köpeklerinin ismi Kıtmir dir Tabiriye göre mağara arkadaşlarının reisi mekselena idi digerlerinden üçü Dakyanus un (Decius) sağ kolu diger üçü ise sol kolu idiler kefeştatayuş ise yolda onlara katılan çoban olup kıtmi de onların köpegidir
Selçuklular devrinde Eshab-ül Kehf mağarasının Afşin yakınlarında olduguna kesin şekilde inanılıyordu bunu 13.yy. birinci yarısında Selçuklu devletinin Maraş valisi Nusretettin Hasan beyin buraya bir tekke mescide ve medrese yaptırmasından anlıyoruz mescit incelendiginde Mağranın mescit önündeki küçük kilisenin mescid e katıldığını kolayca anlayabiliriz
Kilisenin burada bulunması bizi bazı önemli gerçeklere götürmektedir Selçuklular devrinde Külliyenin yapılması esnasında Burada kilisenin bulunması Anadolu Hrıstıyanlarınında mağara arkadaşlarının burada uyuduklarını gösterir
Eshab ul Kehf in afşin de bulundugu inancı Selçuklulardan sonra Dulkadiroğlu Beyligi ve Osmanlı devleti zamanındada buranın ihya edilmesini sağlamıştır
Kaldıki Kur-an-ı Kerimdeki Kehf suresinde yer alan 17. ayette "Günesi doğdugu zaman mağralarının sağına eğilirken battığı zaman da sol taraftan onları keser gecerken görürsün" Onlan mağaralarının geniş bir köşesinde idiler............ şeklindeki ibare incelendiğinde ve Afşin de bulunan mağarayla karşılaştırıldığında birebir uyum gösterdigi bariz bir şekilde görülür
Magra arkadaşlarının Afşin de bulunan mağra da uyudukları kanıtlar tarafından gösterilmekle birlikte bizim asal vurgulamak istedigimiz Bu gençlerin Allah a olan mahabbetidir...

19 Kasım 2015 Perşembe

KİTAP; Sıddık DEMİR "ANKARA GÖNÜL ER'LERİ", Ankara - 2014

KİTAP; Sıddık DEMİR "EN UZUN GÜN (Yedi Uyurlar - Seven Sleepers) Şehzade'nin Rüyası

Belgesel roman
Şehzade’nin rüyası...
Yazan-Sıddık Demir... Sıddık Demir’in bu 6. eseridir...
Kur’an’da özel bir sûre ile anlatılan Ashab-ı Kehf (Mağara arkadaşları) bir edebiyatçının kaleminden yeni nesillere roman olarak sunuluyor...
152 sayfa tutan romanın ana teması her ne kadar Selçuklu Sultanı Alaaddin üzerine kurulmuş ise de, neticeten Ashab-ı Kehf arkadaşlarına ve onların yattıkları mağaranın bulunduğu yere işaret etmektedir...
Eserde tarihi ve dini hikâyelerle birlikte mistik menkibeler de yer almaktadır...
Tarihin zorlanmadığı, ancak bazı edebi unsurların öne geçtiği eserde Kehf-Mağara arkadaşları- olarak adı geçenler şu anda bile Afşin ilçesine mahsus denilecek isimlerdir... Başka yerde bu isimlerde kimse bulunmuyor... Kitabın söz ettiği Efsus, bilahare Yarpuz, daha sonra ise Afşin ilçesi benim malumum olan bir yerdir...
Şu isimleri hiç duydunuz mu?
Yemliha-Mekselina-Mislina-Mernuş-Debernuş-Şazennuş ve dahi çoban Kefeştatayyuş...
Sıddık Demir bu kitabı sırf memleketinin reklamı olsun diye yazmamıştır...
Reklamcıların sahiplenmesine alternatif olarak gerçekleri dile getiriyor...
Yine de Kur’an’da dendiği gibi -ANCAK ALLAH BİLİR-...
Eser bir tarih kitabı değil, amma tarihe ışık tutması bakımından kıymet arz ediyor..


****
merhaba, sıddık beyin yazısını ilgi ile kudum. yazıya da içinde elbistan geçtiği için google'dan ulaştım.sıddık bey'in nereli olduğunu merak ettim. bizler temmuz ayında "elbistan paneli" düzenleyeceğiz de… bu vesile ile sıddık bey ile tanışmak istedim… selam ile…
GAZİ BOZKURT

Değerli yazar Sıddık Amca kaleminize sağlık. Bu millet Gülbeyler gibi uçbeylerinin fedakarlıkları ile tarih sahnesinde hiç silinmedi ve silinmeyecektir Allah'ın izniyle.Fedakarlık Allah rızası için yapıldıkça karişılığı muhakkak Yaradan dandır.İnsan denilen mahluk anlamasa da olur.Saygılarımla ellerinizden hörmetle öperim…Kalemini z daim olsun…
BURAK ERDOĞAN DEMİR

selamınayeküm sıddık bey yazınızda belirtmişinizde ilgimi çekti eli kolu bağlı dindarlığın veya vatandaşlığın insana ne faydası olur demişiniz… merak ettimde hangi dindarlıktan bahsediyorsunuz hangi vatandaşlık haklarından bahsediyorsunuz , aydın dediğiniz insanları neden küçümsüyorsunuz sanırım sizinde temelinizde eski ülkücülük yeni bir sonrasında bbp daha sonrasında ise akp zihniyeti olan bir insansınız açık ve net demek istediğim siz kendini ve çevrenizdeki insanlara faydalı olun ATATÜRK'ün kurduğu bu devletten de uzak durun eger dinle yaşamı ile ilgili sorununuz varsa gidip şeriatle yönetilen bir ülkede yaşayın sizin ve akp zihniyetli insanlar yüzünden şu anda bu hale geldi bu devlet rahmetli Muhsin başkan büyük adamdı ama siz onun kemiklerini sızlatıyorsuuz akp'ye destek vererek kendinize gelin bu devlet bu vatan bizim ehmaddülillah hepimiz müslümanız Allah'tanda mı korkmuyorda akp yöneticeler gibi kul hakkı yemek için onları destekliyorsunu z.RAUL CHREEK

ASHAB-I KEHF İSMİ YAZILIŞI YANLIŞTIR. 
ASHAB-I KEYF değil, ASHAB-I KEHF dir. MAĞARA ARKADAŞLARI SELAMLAR..MEHMET BAŞAR
uyunca çok ülperdim peki bu üçler beşler 7 lerin hikayesi ney..açıklarmısınıZ…???EMRULLAH
bunların hepsi neden bizimdir şeklinde beyan verirler hiç anlamış değilim ama bence eğer öyle birşey warsa muhakkak türkiyedeki söylenen yerlerden biri gerçek olandır. Nedenine gelince eğer başka bir yerde olsa idi yani gerçek olsa idi söylenti değilde muhakkak onlar bunu bizim yapamadığımız kadar muhtesem bir görsellikle dünyaya tanıtırdı. bizde olunca sadece yöresel halk ondan haberdar olabiliyor. malesef bunun gerçek olmamasını temenni etmek isterdim fakat bu benim için bir gerçektir..YAKUP

YAZARLAR VE ESERLER Abdurrahim Karakoç Birçok telif esere imza atmış olan eğitimci-yazar, aynı zaman hemşehrim Sıddık Demir, bizim yörede önemli bir isme sahip olan “Dirgen Ali”yi romanlaştırmış..Gelenekleri, görenekleri, kavgaları, dostlukları söz deseni içinde okuyucuya sunan Sıddık Demir, belli ki Dirgen Ali efsanesinin tesiri altında kalmıştır.. Hani iyi de olmuş.. İnce Memet usulü hayale dayalı bir kitap değil, gerçeklerin su katılmamış romanlaştırılmasıdır Dirgen Ali..Ben, Dirgen Ali’yi tanımadım, çünkü çok küçüktüm.. Fakat oğlu Fakı’yı ve İsa’yı tanırım.. Torunu Merdan Binboğa da sevdiğim bir dostumdur..Sıddık Demir, 152 sayfaya vurdulu-kırdılı geçen bir devri sığdırmış.. Kitabın başlangıcında düz bir hikâye anlatımı çıkar önünüze. Amma sonlara doğru daha doyurucu, daha roman üslubu yerini alır.. Saf Anadolu insanlarının damgaladıkları bir devri anlamak isterseniz, Dirgen Ali’yi okumalısınız.. 10 bölümden oluşan eserin her bölümünü Yavuz Han’dan ve şimdiki şairlerden şiirlerle açmış Sıddık Demir.. Bir güzel çeşni olmuştur, diline sağlık..MEHMET BİNBOĞA
Afşin Dağlıca doğumlu. Lise ve dengi okullarda öğretmen ve idarecilik yaptı. Halen Keçiören’ oturmaktadır. Spor yapmayı sever.İDD


değerli Afşinli elbistanlı kardeşlerim artık şu Afşin-Elbistan çekişmeesi bitsin Derdi çok Hem Afşinin şairi hemde Elbistanın şairidir. Şimdi Afşinde Eshab-ı Kehf var bu Eshab-ı Kehf Bölgemizin Eshab-ı Kehfi buna Afşinlide,Elbistanlıda sahip çıksın. Eğer Afşin-Elbistan Çekişmesi olmayıp iki ilçe Birleşip İl olsalar ne olurdu. Yani Kuzeyde Afşin-Elbistan veya Elbistan-Afşin İli kurulsa ne olurdu. Kısır çekişmeyi bırakıp Afin-Elbistan ilini nasıl kura  AHMET AKBULUT

KİTAP; Sıddık DEMİR - Afşin'li DERDİÇOK

Hepimizin Derdi Çok
Derdiçok hepimizin

Ömer Hakan Özalp
Kahramanmaraş belediyesince yayımlanan ve Elbistan ağıtlarına ayırılan son cildi, şair dostum Mehmet Gözükara ile derleyip iki cilt halinde yayımladığımız Elbistan Ağıtları-Her Gözyaşı Aynı Renk adlı çalışmamızdan meydana gelen dört ciltlik Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları vesilesiyle birkaç hususa değinmek istedim.
Öncelikle, yöremiz kültürüne büyük katkı sağlayacak böyle bir eseri neşretmelerinden dolayı K. Maraş belediyesi ile emeği geçenleri tebrik eder, başarılarının devamını dileriz.
Elbistan kültürüne bir şekilde katkı sağlamanın ötesinde bir amaç taşımadığımız –bahsi geçen– çalışmamız –Elbistan Ağıtları-Her Gözyaşı Aynı Renk– yayımlandığında; “fazla seçici davranmadığımızı, Elbistanlı şairlere ait ve bir şekilde Elbistan ve Elbistanlılarla ilgili olmasını yeterli bulduğumuzu” özellikle belirtmemize rağmen; küçük de olsa herhangi bir ihsanını beklemediğimiz bir dostumuzun(!) yaptığı birtakım gölgelemelere muhatap olmuştuk.
Bu yazılara o zaman cevap vermeyişimiz, “Ma‘raz-ı hâcette sükut ikrardan gelir!” fehvâsınca, söylenenleri kabullenmemizden ve aczimizden değil, bazen susmanın en beliğ, en anlamlı cevap olduğunu ve her taş atana aynıyla mukabele edilmesi halinde taşın dirheminin tavan yapacağını bilmemizden ileri geliyordu.
Bir de şurası vardı ki:
O sırada; bize karşı yazıldığından, olayı kişiselleştirerek yanlış mecralara çekebiliriz endişesiyle, bahse konu yazıyı her kime göstermişsek, “iyi niyet göremedikleri, yıkmak ve sırf eleştirmiş olmak için kaleme alındığı, daha doğrusu eleştiri denilemeyeceği” yolunda görüşler almıştık.
Bu yüzden de, öfkemize mağlup olarak muhatabımızla aynı menzileye düşmemek ve ta‘n u teşni, tahkir, terzil, teçhil, tehzil, tezyif (yergi, sövgü, küçümseme, değersizleştirme, bilgisizlikle suçlama, alay, karalama) vadisine dökülerek, cüz’i de olsa tanınabilecek haklılık payını kendi içerisinde yok eden ve ahlaki-ilmî prensipleri hiçe sayarak akıldanelik taslamaya dönüşen bir yazıyı ciddiye almış olmamak için sükutu tercih etmiştik.
Yoksa, şahsen, öteden beri, müsbet-yapıcı eleştirinin teşekküre layık olduğunu ve bunun, eleştirenden çok eleştirilene yarayacağını, eleştirisiz hiçbir gelişme olmayacağını savunanlardanız. Nitekim bir eserin kritiğe uğramamasının, olumlu-olumsuz, kimse tarafından ciddiye alınmayışının göstergesi olduğunu bilen eski müelliflerden bazıları, bekledikleri eleştiriyi alamadıklarında müstear isimle kendi eserlerine tenkitler yazmışlardır.
Sövgü ve yergi unsurlarından oluşmuş da olsa, hakkında bir yazı yayımlanması bile, çalışmamızın –hiç değilse bahis konusu yazının yazarınca– ciddiye alındığının göstergesidir. Bu hususta bir utanç varsa, bu, bize değil, eserleri iyi-kötü en küçük bir eleştiriye değer görülemeyenlere aittir.
Bir de şunu belirtmeden geçemeyeceğim ki:
Eleştirme ve tenkit gibi, tamamen olumsuz içerikteki kelimelerle karşılanmasından olsa gerek, bizde eleştiri denilince akla “bir kişinin, eserin.. olumlu yönlerini görmezlikten gelerek, ne kadar olumsuzluk varsa acımasızca ve pervasızca yazmak-söylemek” anlaşılmaktadır.
Eleştiriyi “Yiğidi öldür, hakkını yeme” özdeyişimizle özetlenebilecek şekilde özümseyemeyenler ve kısaca “kritik” olarak algılayamayanlar bu işe yeltenmemelidirler.
Eserimizin, Kahramanmaraş Yöresi Ağıtları’nın Elbistan ağıtlarına ayırılan dördüncü cildinde neredeyse aynen yayımlanmasının bu hususta en güzel cevap olduğunu söyleyebiliriz. Bu yayın, eserimizin amacına ulaştığının ve –inşaallah– gelecekte daha başka çalışmalara kaynaklık yapacağının göstergesidir.
Bu mevzuya, iki yabancı şairden yaptığım alıntıyla son veriyorum:
Allah, bizden yana
Eleştiricilerimizi mükafatlandırsın!
Onlar fiilleriyle bizden teşekkürü hak ettiler
Çünkü, kötülüklerimizi söyleyelim derken
Bilmeden iyiliklerimizi yaydılar.
Onlar kötülemek istediler; ancak bu
Bizim için bir iftihar vesilesi oldu
                          ***
Allah, bir faziletin yayılmasını dilediğinde
Onu hasetkar bir kimsenin diline düşürür;
Şayet ateş çevresini yakmamış olsaydı
Öd ağacının kokusu bilinmezdi
                                (Mütenebbi)
                           ***
İkinci bir husus da şudur ki:
Aynı dostumuz(!), sonraki yazısında, Sıddık Demir’in Afşinli Derdiçok isimli derlemesini kullanmamızdan dolayı bize tarizlerde bulunmakta ve araştırmamızı ve araştırıcılığımızı dile dolayarak ezcümle şunları söylemekteydi:
“Derdiçok konusunda … büyük bir hatanın taşıyıcılığını yapıyorsunuz. Edebiyat dünyasının … Elbistanlı Derdiçok olarak kabul ettiği bu halk şairimizi, bir kültür, edebiyat düşmanı, hırsızı Afşinli Derdiçok diye göstermeye çalışarak, edebiyat adına gereksiz ve geçersiz bir sahtekarlığa imza atıyor, sizler de bu sahtekarlığı onaylarcasına, desteklercesine kaynak gösteriyorsunuz. Sanıyorum, araştırdığınızı sanarak, araştırmadan. (…) Hiç araştırmadan, bu anlamsız kitabı kaynak göstererek Elbistanlı Derdiçok’u Afşinli Derdiçok olarak yazıyorlar. Ey güzel insanlar, ya araştırın ya da araştırdık demeyin. Yanlışlıkları kar topağı gibi büyütmekten kaçının. (…) Hiçbirimizin de Elbistan ile ilgili saçmasapan birşeyler yazmaya, çizmeye, araştırma yaptım demeye hakkımız yoktur. (…) Derdiçok’u yeterince araştıramayanlar için…”*
Öncelikle şunu belirtelim ki, Derdiçok’un Elbistanlı değil de Afşinli olduğuna inanmış olsaydık, Elbistan Ağıtları ismini verdiğimiz derlememize almamamız gerekirdi.
Sonra, gerçekten Afşinli olsa bile, o tarihlerde –ki Derdiçok 1937’de ölmüştür– Afşin diye bir ilçe yoktur, Elbistan’ın Efsus-Yarpuz nahiyesi vardır.
İkincisi, mademki Derdiçok’a bu kadar sahip çıkıyordunuz da, 1946’da Maraş’ta ve 1955’te Adana’da yayımlanan derlemelerden sonra niçin çıkıp da bir çalışma yapmadınız? Bundan da geçtik, hiç değilse; yaklaşık kırk sene, eser çapında gündeme gelmeyen Derdiçok merhumu, Sıddık Demir, henüz kitaplaşmamış 100 küsur şiirini de derleyerek Afşinli Derdiçok adıyla yayımladığında sahip çıkaydınız…
Burada; Sıddık Demir’e hakaretler yağdırmak yerine, bir iç muhasebesi/otokritik yapılarak, o güne kadar niçin bir Elbistanlının çıkıp da “Elbistanlı Derdiçok”u yazmadığı sorgulansa çok daha akıllıca hareket edilmiş olmaz mıydı?
Böyle giderse daha pek çok değerimiz başka isimler altında yayımlanır. Nitekim son dönemde Izgınlı Behlül Ali’nin şiirleri, Maraşlı Aşık Behlül Ali ismiyle kitaplaştırıldı. Yakında Maraşlı Ahmet Çıtak, Maraşlı Kamil Bozkurt, Maraşlı Adil Soydan vs. de çıkarsa hiç şaşmam.
***
Gelelim, hakkında kıyametler koparılan konuya ve asıl söylemek istediğimize…
Herkesin bildiği ve tüm kaynakların fikir birliği ettiği üzere, paylaşılamaması büyüklüğünün göstergesi olan Derdiçok (Lütfi Pişkin), Kızılcoba mahallesinde dünyaya gelmiş ve o tarihte Elbistan’ın Efsus-Yarpuz –şimdiki Afşin– nahiyesine bağlı olan Tanır’da vefat etmiştir.
Peki ama, Derdiçok gerçekte ve aslen nerelidir?
Bahsi geçen yazı yayımlandığında da sahip olmama rağmen, yukarıda bahsettiğim endişelerden dolayı cevap vermediğim için bugüne kalan bir-iki bilgiyi burada değerli hemşehrilerimle paylaşmak istiyorum.

1
Mudurnulu olup Kayseri dolaylarıyla ve Avşarlarla ilgili araştırmaları bulunan ve 1961’de İstanbul’da vefat eden folklor derlemecisi Fahri Bilge’ye göre, Derdiçok, Elbistan’ın Tılavşın (bugünkü adıyla Hüyüklü) köyündendir.
Bilge, bugün Ankara Milli Kütüphane’de bulunan yazma defterinde (FB 426: A. Ârifî [Fahri Bilge], [Defter], Kayseri 1938-1941) Derdiçok’la ilgili olarak şunları yazmaktadır (s. 222):

“Derdiçok
Derdiçok, Elbistan’ın Tılavşın köyünden Lütfi Hoca’nın nam-ı müstearıdır. Lütfi Hoca, medrese tahsili görmüştür. Köylerde imamlık yapmak suretiyle geçinir, bir taraftan da ziraatla iştigal edermiş.
Lütfi Hoca, Elbistan’ın Kızılcaoba adlı mahallesinde 1278’de doğmuştur. Köy imamlığı ile geçinen Hacı Tıfıl’ın oğludur. 1938 (1937) senesinde, tahminen 65-70 yaşlarında bulunduğu halde ‘Tanır’ köyünde vefat etmiştir.
Muhitindeki halk şairlerinin az-çok tesiri altında kalan Lütfi Hoca, bir köyden bir kıza gönül vermiş; lakin hissiyatını kıza açtığı halde kendisini evlenmeye ikna edememiş. Bu esnada kız başkasına kocaya verilmiş. Lütfi Hoca da bu vaziyetten çok müteessir olmuş; teessürünü ‘Derdiçok’ nam-ı müstearıyla şu mısralarla ifade etmiştir:

Çirkin kaderim deftere
Yazım; n'eyneyim n'eyneyim?
Çok yalvardım ben o yâre
Sözüm tutmadı n'eyneyim?
                  (N’eyneyim: N’eyleyim)

Bağçesinde gül bitmiyor
Dalında bülbül ötmüyor
Ellaham kırık, tutmuyor
Dizim, n'eyneyim n'eyneyim?
                  (Ellaham, ‘Allâhu a‘lem’in muharrefidir.)

Deli olsam eller kınar
Göçü pervaz olup döner
Gece gündüz durmaz yanar
Özüm, n'eyneyim n'eyneyim?

Derdiçok’um el uğruna
Ben ölürüm dost yoluna
Mezarımı yâr köyüne
Kazım, neyneyim neyneyim?”

2.
Türkiye’nin tanınmış isimlerinden Sabahattin Eyuboğlu ile Yaşar Kemal’in birlikte imza attıkları, 1978 yılında yayımlanan Gökyüzü Mavi Kaldı adlı eserde de, Derdiçok’un “Elbistan’ın Yarpuz nahiyesinden” olduğu yazılıdır:
“Derdiçok: Elbistan’ın Yarpuz ilçesindendir (nahiyesindendir). Çağımızın şairlerindendir, imamdır.”
(Gökyüzü Mavi Kaldı, s. 411, 1. basım, Cem Yayınevi, İstanbul, 1978)

3.
Yine Yaşar Kemal, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazısında, Derdiçok’un “Afşin ilçesinden” olduğunu söylemektedir:
“... Sonra Maraş’a gittim ki ne göreyim, benim Karacaoğlan diye derlediğim şiirler Kul Halil’inmiş. Derdiçok diye bir şair var, Maraş’ın Afşin ilçesinden, 1940’lara kadar yaşadığını biliyorum. Derdiçok bir imamdır. Daha yaşarken birçok şiiri Çukurova’da Karacaoğlan’ın oldu...”
(“40 bin yıl su altında cilalanan destan-2”, Cumhuriyet, 4 Mayıs 1992, s. 2)

Bizim buradaki derdimiz, aylar öncesinden yapılmış bir eleştiriye cevap yetiştirmek ya da Derdiçok’un Elbistanlı mı yoksa Afşinli mi olduğu değildir. Yukarıda bahsi geçen üslupsuzluklara, seviyesizlik ve basitliklere dur demek ve ahlaki-ilmî-medeni kaidelerin hoyratça çiğnenmesine dikkat çekmektir.
Yoksa, biz hala –bugünkü Afşin topraklarında doğmuş ve ölmüş olsaydı bile– şairin vefatı tarihinde Afşin diye bir ilçenin olmamasından dolayı Derdiçok’un Elbistanlı olduğunu söylemekteyiz. Bununla birlikte, yukarıdaki bilgiler ışığında –tıpkı, Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Arslan Bey’e bizim de, Göksunluların da sahip çıkışı gibi– Afşinlıların da bu büyük şairimize sahip çıkmaya haklarının olduğunu savunuyoruz.
Derdiçok gibi Karakoç da bizimdir, Mahzuni de... Unutulmamalıdır ki, ortak paydaların çokluğu kardeşliğin ve dostluğun pekişmesini sağlayan en önemli ögedir. Bu bakımdan, neredeyse bin yıldır kardeş olduğumuz nahiyelerle, köylerle aramıza çizilen sanal sınırların bu kadar senlik-benliğe yol açmasını da şahsen anlamadığımı ifade etmeliyim.
Bütün bunların sonucunda, sözkonusu dostumuza, konuyla ilgili kendilerinin ne gibi araştırmalar yaptığını ve asıl kimin araştırmadan, desteksiz ahkam kestiğini sormaya hakkımız olduğunu düşünüyorum.
Sözlerimize burada son verirken,
“Edep bir tâc imiş nûr-ı Hudâ’dan
Ol tâcı giy emin ol her belâdan”
ve
 “Gezdim Şâm u Halep, eyledim ilim talep
Meğer ilim bir hiç imiş, illâ edep illâ edep”
diyor ve başladığımız gibi bitiriyoruz:
“Hepimizin Derdi Çok
Derdiçok hepimizin”

* Yazarın üslupsuzluğundan dolayı okuyucularından gelen bir yorumu buraya aynen alıyorum:
“Sayın köşe yazarını ilk önce eleştirel bir yazı yazdığı için bir Afşinli olarak kutluyorum. Fakat eleştirirken, insanların ortaya koyduğu eserleri küçümseyerek bir eleştiri tarzı yakalamış olmanızı da şiddetle kınarım. Çünkü eğer yazar Elbistanlı Derdiçok olarak kaleme alsaydı ve diyelim ki Afşinli olsaydı ben rahatsızlık duymaz, aksine, aynı yörenin insanı olduğumuz için gurur duyardım. Türk halk edebiyatında ne kadar tanındığı da malum. Sen, ben, bir de bu konuda ilmî çalışma yapan insanlar bilirler. Belki bu kitap sayesinde birçok insanın tanıma fırsatı olmuştur. Madem çok zorunuza gidiyor, siz işe el atsaydınız ve Elbistanlı Derdiçok deseydiniz kardeşim. Eleştiri güzeldir, fakat bizim milletimiz sadece eleştiriyor. Şu da var ki Türk tarihinde, özellikle Türk dervişlerinin doğum yerleri farklı, ölüm yerleri farklı, ama biz ölüm yeri ile özdeşleştirmişiz. Mesela Mevlana nerde doğdu? Nereli oldu? Konyalı oldu, değil mi? Olaya buradan bakarsak, Afşinli. Ama ben sizin gibi küçük ilçe milliyetçiliği yapmayacağım. Bizim yöremizin insanıdır. Yazınıza tekrardan teşekkür ederim. Fakat eleştirileriniz yersiz ve bahaneci. Ayrıştırmayı da siz yapıyorsunuz. Üslubunuzu değiştirmenizi tavsiye ederim. Saygılarıma...”

değerli Afşinli elbistanlı kardeşlerim artık şu Afşin-Elbistan çekişmeesi bitsin Derdi çok Hem Afşinin şairi hemde Elbistanın şairidir. Şimdi Afşinde Eshab-ı Kehf var bu Eshab-ı Kehf Bölgemizin Eshab-ı Kehfi buna Afşinlide,Elbistanlıda sahip çıksın. Eğer Afşin-Elbistan Çekişmesi olmayıp iki ilçe Birleşip İl olsalar ne olurdu. Yani Kuzeyde Afşin-Elbistan veya Elbistan-Afşin İli kurulsa ne olurdu. Kısır çekişmeyi bırakıp Afin-Elbistan ilini nasıl kura  AHMET AKBULUT

SIDDIK DEMİR'İN "ŞAHAN" İSİMLİ, YENİ KİTABI YAYINLANDI


SIDDIK DEMİR’İN “DİRGEN ALİ” KİTABI ÜZERİNE, Sami Gören, KRİTER ORG

SIDDIK DEMİR’İN “DİRGEN ALİ” ADLI KİTABI ÜZERİNE...                                
Sami Gören, KRİTER
Hemşehrim olan öğretmen Sıddık DEMİR’in “Dirgen Ali” adlı kitabı Berikan Yayınları’ndan Şubat 2006’da çıktı. Kitabı heyecanla okudum. “Dirgen Ali”, Demir’in son kitabı. Demir’in daha öncede “Afşinli Derdiçok”, “Gündemden Kesitler”, “Ankara Gönül Erleri” kitapları çıkmış.
“Dirgen Ali” tarihi roman türünde bir kitap denilebilir. Zira Dirgen Ali, Kahramanmaraş Afşin’in (eski adıyla Norşun) yeni adıyla Altunelma Kasabasında yaşamış ve ölmüş bir kişi. Dirgen Ali’nin yaşadığı dönem; Osmanlı’nın son yılları, 1. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in ilanı ve 1960’lı yıllar. Demir romanında, o dönemlerden kesitler sunmakta.
Dirgen Ali, Aşık Mahzun-i Şerif’in türkülerine konu olmuş, destanlaşmış bir kahramanlık öyküsüdür. Dirgen Ali, her zaman mazlumdan yana, garibandan yana yiğit bir kişidir. Ben Dirgen Ali’nin adını çok duymuştum ancak, detaylı bir bilgiye sahip değildim. Zira kahramanlar, menkıbeleşir, destanlaştırılır, başka-başka anlatılır. Dirgen Ali hakkında tek yazılı eser, Sıddık Hoca’nın kitabı olmuştur. Kendisini ayrıca kutlamak gerekir.
“Dirgen Ali” kitabını değerlendirmeden önce; kitabın konusunu kısaca özetlemek gerekir;
ÖZETLE “DİRGEN ALİ” ROMANI  
Kitabın “Giriş” bölümü İlbey ile Dirgen Ali’nin oğlu Ese arasındaki konuşmalardan oluşuyor. Ese’nin “memleketinden uzaklaşınca toprağın hatıralarını sana anlatacak birini hep aramalısın. Toprak, ancak üzerindeki hatıralar yaşanır ve bilinirse sıla olur, vatan olur. Yoksa yaşananlar bilinir ama yaşanmazsa toprak bir kuru çorak olur, ahraz olur… Tikenli Yaylası, Bostanbeli, Gökçebel, Güvek, Arpalık Afşin’e bağlı bazı köylülerin ömürlerini,n yarıdan fazlasının geçtiği, binbir türlü hatıralarının yaşandığı, nimetlerinin derildiği, sporların yapıldığı, tertemiz hava ve sularından istifade edildiği ve özgürlüklerin zirvede yaşandığı, vatan parçası… Binboğa dağları…., O dağ değil çok şey, çok şeyden öte herşey” sözleri oldukça dikkat çekici. Ese, bu sözleriyle vatanı anlatmakta, vatanın ne anlam taşıdığını özetlemektedir. Konuşmanın devamında Ese, “haksızlığa karşı başkaldırı kültürü bizde hep ‘devlet ebet müddet’ veya ‘Ulul emre itaat’ anlayışıyla baskı altına alınmıştır. Devlet adına yapılan kötü muamelelerden, haysiyet kırıcı davranışlardan çok çekmişiz, çok… Manevi önderler, hak arama kültürünü geliştirmemişler… her şeyin başı hak aramaktan ziyade sabır demişler. Kurulu düzen kendi aksaklıklarını görmek istemez… Dirgen Ali bu halının deseni” sözleriyle gerçeği ifade etmekte, tespitte bulunmaktadır.
Kitabın bundan sonraki 10 bölümü özetle şöyle;
Elbistan Karahüyük Köyünden Fakı, bekardır; Norşun köyüne yerleşir. Fakı, hocadır. Fakı ile köylü arasında ilişki oldukça iyidir. Köylü Fakı’yı köyden bir kızla evlendirirler. Bu evlilikten Durdu adlı çocukları dünyaya gelir. Bir müddet sonra, köyde Fakı’nın eşi hakkında “namusa yönelik” dedikodular başlar. Fakı, bir gün evde başka bir erkekle yakaladığı eşini öldürür, adamı da yaralar. Elbistan Kadısı tarafından yargılanan Fakı, beraat eder. Fakı Elbistan’da arkadaşı terzi Muhammed Hafız’a başından geçenleri anlatır ve evlenmek istediğini söyler. Muhammed Hafız’ın 3 bekar kızı vardır. Hafız, kızlarına Fakı’dan bahseder, evlenmek isteyip istemediklerine dair rızalarını sorar. Hafız’ın küçük kızı Eşe “her insanın başına iş gelir. Baba izin verirsen, namusuna düşkün olan bu adamla evlenmek isterim” der. Fakı, Hafız’ın küçük kızı Eşe ile evlenir ve  Norşun’a getirir. Eşe, köyün ebesidir, köydeki çocukların çoğunu o doğurtmuştur. Bu yüzden Eşe köyde sevilen bir kişidir. Bir müddet sonra, terzi hafız ölür. Fakı, Hafız’ın 2 bekar kızını ve oğullarını yanına alır, Norşun’a getirir. Fakı’nın bu evlilikten 4’ü erkek, 1’i kız olmak üzere 5 çocuğu dünyaya gelir; çocukların 5’i erkek, 1’i kızdır. Fakı’nın ilk evliliğinde başından geçen olay nedeniyle, hasımları Onu Hunu değirmeninde öldürür. Fakı öldüğünde Ali henüz 6 aylık bebektir. Fakı’nın katili Hatay-Payas Cezaevinde yatmaktadır. Fakı’nın eşi Eşe, para ile Onu cezaevinde öldürtür.
Ali, zayıf bünyeli ama gözü kara bir gençtir. Arkadaşları Ona “Dirgen” derler. Dirgen Ali, 18-20 yaşına geldiğinde anası onu Hunu ağasının kızı Emine ile evlendirir. Bu evlikten Abbas ve Hayriye adlı çocukları dünyaya gelir.
Bir yaz, Yağlıca’da Çağsak Köyü Ağası Hasan ile Dirgen Ali’nin ailesinin göçü karşılaşır. İki göç aynı anda pınarlara yönelince ortalık karışır. Ali’nin ağabeyi Halil sopa darbesi ile yıkılır. Bu esnada Dirgen Ali, Hasan Ağanın ahraz oğlunu öldürür. Ali, kaçarak Kerevin Köyüne Hamit Ağa’ya sığınır. Kerevin, dağlık, Sivas sınırında bir köydür. Hamit Ağanın, Hacce adında 17 yaşında bir gelini vardır. Hacce, Maravuz Köyünde Kalenderlerdendir. Hacce ağabeylerinin densizliği nedeniyle, kan karşılığı olarak Hamit Ağanın oğluyla evlendirilmiştir. 17 yaşındaki Hacce, Ali’ye vurulur, aşık olur. Hacce, Ali’nin de hoşuna gider ama Ali “nankörlük etme” diyerek nefsine hakim olmaya çalışır. Sivas müfrezesi, Kerevin’de Ali’yi yakalar. Ali yakalandığında  Hacce “Seni bekliyorum” der.
Ali, Sivas Paşası Reşit Akif Paşa’nın maiyetinde 2 yıl geçirir. İki yılın sonunda tahliye olur.
Ali tahliye olur olmaz, Kerevin’e Hamit Ağa’ya misafir gelir. Gece, Hacce’yi alıp ovaya gelir. Hamit Ağaya 150 koyun ve 50 büyükbaş hayvan verilerek sulh sağlanır.
Ali ile Hacce’nin evliliğinden İnce Fakı, Muhammed, Aslan, Hafız ve Ese dünyaya gelir.
Ali’nin ünü çevrede epey yayılır.Ali’nin ününü duymayan kalmaz. Maraş’tan Hacıbebeklerin Reisleri Hüseyin ve Hasan, Kadıoğlu Ahmet Efendi Ali’nin dostlarıdır.  Ali’den habersiz bir iş yapılmaz olur. Bir gün, Hunu’dan Gök Omar’ın Hacı adlı yaşı geçkin birisi Ali’den habersiz evlenmeye kalkışır. Ali, buna çok kızar. Ali ile Hacı kavga eder, ikisi de yaralanır. Hacı şikayetçi olmaz ise de, Ali tutuklanır. Bölgedeki  faili meçhul olaylar da Ali’ye yüklenir. O zamanlar idare merkezi Hatay’dır. Hatay’dan Mürseloğlu Mustafa Paşa 50 kişilik müfreze göndererek Ali’yi Hatay’a getirtir. Ali, Hatay’da Paşa’nın çocuklarına at biniciliği ve atıcılık öğretir. Sonunda tahliye olan Ali Norşun’a döner.
Çevrede Konya Medreselerinde okuyan Menzoğlu Ahnet’in ünü yaygındır. Ali’de, bacısı fatmanın oğlu Ali Haydar’ın Menzoğlu gibi medresede okumasını ister. Ali Haydar, Konya’ya gönderilir.
Ali, İncirli Köyü’ndeki çiftliği ile ilgilenir, kavgadan uzak durur.O dönemde Binboğa Dağlarında eşkiyalar vardır. 5 jandarma katili Türkçayır’ı Köyü’nden Gıcanoğlu Hasan ile Çağsak Köyü’nden Rasko adlı eşkiyalara karşı Ali jandarma ile işbirliği yapar. Gıcanoğlu Hasan yakalanarak idam edilir. Rasko’yu da Ali öldürür.
Bölgenin asayişinden sorumlu Fındıklı Köyünden Yüzbaşı Aslan Bey, Ali’ye “kimseyle uğraşma. Zeytin Ermenileri hazırlanıyor. Gücünü kendi dininden olan insanlara karşı kullanma” der.
Dönem, Tanzimat dönemidir; Devlet-i Al-i Osman diyenlere karşı Devlet-i Ali Mithat diyenlerin kapıştığı dönemdir.
Bir müddet sonra Zeytin, Fınız, Fındacık, Yenicekale Ermenileri ayaklanır. Çok kan ve gözyaşı akar. Ayaklanmayı Urfa’dan Albay Galip Bey, bastırır. Ermeniler, güneye sürülür. Dirgen Ali, Fındıklı ve Çardak üzerinden Zeytinli’ye ulaşır.
1.Dünya Savaşı yıllarında Yüzbaşı Aslan Halep’e tayin edilir.
Ali’nin yeğeni Ali Haydar, konuşmalarında Atatürk’ü ve arkadaşlarını sert dille eleştirmektedir.
Ali, dostlarını görmek için, Maravuz Köyünü ziyaret eder. Maravuz’da Demirci halil’in evinde, Haşim Ağa, kardeşi Fakı, Sarızlı Bakı Hoca, Menzoğlu Ahmet ile görüşür. Menzoğlu’nun konuşmalarından oldukça etkilenir.
Menzoğlu şöyle konuşmaktadır;
“İnsanların en büyüğü, en yüksek yerdeyken alçak gönüllü olanı, kudret sahibi iken bağışlayan ve güçlü olduğu vakit adil davranandır.”
“Bülbüller ötmeye başladığında, kargalar susar.”
“Bile ve bildiğini bilmeyen uykudadır, uyandırın.”
“İnsanların çoğu kaybetmekten korkruğu için, sevmekten de korkuyor. Kendisini sevilmeye layık görmediği için, sevilmekten korkuyor. Sorumluluk gerektireceği için, düşünmekten korkuyor. Eleştirmekten korktuğu için, duygularını ifade etmekten korkuyor. Gençliğinin kıymetini bilmediği için,yaşlanmaktan korkuyor. Dünya’ya bir şey veremediği için, unutulmaktan korkuyor.”
“İman sahibi az konuşur, çok iş yapar. Münafık ise çok konuşur, az iş yapar.”
Menzioğlu’nun konuşmalarından etkilenen Ali olanları eşi Hacce’ye anlatır ve “geç kaldık. Millet bizi sürekli elinde kınından çıkmış kılıç varmış gibi görüyor” der.
O günler karanlık günlerdir. Vatan toprakları bir-bir işgal edilir. Maraş’ı da İngilizler işgal eder. İşgale Ermeniler çok sevinir. Ermenilerin önde geleni ise Hırlakoğulları’ndan son Osmanlı Maraş Mebusu Hırlak Agop’tur. Ermeniler, İngilizler’den hoşnut olmazlar. Hırlak Agop liderliğinde, Anteb’e gidip, işgalci komutanlarla görüşürler ve Antep’teki Fransızlarla, Maraşta’ki İngilizler becayiş yapılır. Zira Fransız ordusu içinde Ermeniler vardır. Maraş’a Fransız Ordusu geldikten sonra, Ermeniler iyice şımarmaya başlarlar. Bir gün Uzunoluk Hamamı’ndan çıkan izarlı 2 Müslüman kadına, 2 Fransız askeri örtülerini çıkarmalarını söylerler. Kadınlar buna direnince, örtüleri parçalanır. Çakmakçı Sait müdahale ederse de, kurşunlanır. Olay yerine gelen Sütçü İmam Barabellum silahı ile 2 Fransız askerini vurur ve “Maraş bize mezar olmadan, düşmana gülzar olmaz” der. Sütçü İmam’ın bu davranışı karşısında halkın morali düzelir. Sütçü İmam’ı bulamayan Fransızlar yeğenini işkence ile öldürür. Bu gelişmeler üzerine Halepte bulunan, Aslan Bey Maraş’a gelir. Aslan Bey, Binbaşı olmuştur. Mustafa Kemal, Kılıç Ali’yi Maraş’a gönderir. Kılıç Ali Şeyh Ali Sezai ve ileri gelenlerle görüşür. Maraş Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti kurulur. Cemiyetin Başkanlığına Binbaşı Aslan Bey getirilir.
Cemiyet tarafından alınan kararlar üzerine; Elbistan Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı Muhtar Bey ve Nakipzade Mehmet Ağa emrinde 300 kişi Maraş’ın batısına Cancık’a mevzilenir. 2. kol Elbistanlı Eczacı Ömer Lütfi (Köker) başkanlığında Maraş’ın kuzeyine mevzilenir. Dirgen yaşlandığı için, oğlu İnce Fakı ile 25 silahlı gönüllüyü gönderir. İnce Fakı komutasındaki grup, Eczacı Ömer Lütfi (Köker)’ye katılır.
Fransız Generali, Hırlakoğlu Osep’in evinde kalmaktadır. Osep’in kızının isteği üzerine, kaleden Türk bayrağı indirilerek Fransız bayrağı asılır. Bu olay halkta infiale yol açar. Ulu Cami’ye, Cuma için gelen cemaata İmam, “Cuma namazının en önemli şartı hür olmaktır. Hür olmayan insanlar Cuma kılamazlar. Kalesinde düşman bayrağı dalgalanan bir beldede hürriyet yok, esaret vardır” der.
22 gün 22 gece göğüs göğse çarpışmalar sonucunda Maraş 12 Şubat 1920’de düşmandan kurtarılır.
Boğazdaki aşiretlerin çocukları kadrolaşması ile tekke ve zaviyeler kapatılır. Bu arada Maraş’ın kurtuluşunda görev alan Şeyh Ali Sezai’nin tekkesi de kapatılmıştır.
Bu arada Mustafa Kemal’e İzmir Suikasti girişiminde bulunulmuş, yakalananlar Dirgen Ali’nin yeğeni Ali Haydar’ın adından da söz etmişlerdir. Ali Haydar,  Halep’e kaçar.
Menzioğlu Ahmet’ten etkilenen Ali, “çok geç, keşke daha önce tanısaydım Menzioğlu’nu, başka Dirgen Ali olurdum” demektedir.
Aradan 10 yıl geçer. Ancak su uyur, düşman uymazmış. Bir gün Ali’nin oğlu Abbas yunak için suyla uğraşdığı esnada, hasımları yeğeni Hafızın oğlu’nu yaralarlar. Dirgenler, kısasa kısas kararı alırlar. Ertesi gün çıkan kavgada, karşı taraftan 3 kişi ölür. Diren dahil 9 kişi Elbistan’a oradan da Antep Cezaevine gönderilir. Cezaevinde ağalık düzeni vardır. Gelenlere zenginse kahve, fakirse çay ikram edilmekte haraç alınmaktadır. Koğuştakiler, 9 kişinin birden gelmesi ile ürkmüşlerdir. Koğuş ağası, “gelenler kementli mi, kendirli mi” diye sorar ve kahve ikram eder. Dirgen Ali, tepsiye 9 gümüş bırakır. Dirgen Ali, haraç işini kaldırır. Oğlu Abbas ile yeğenleri  İsmail ve Yemliha suçu üzerlerine alırlar. 16 ay sonra, Dirgen Ali dahil 6 kişi tahliye edilirken, Abbas, İsmail ve Yemliha mahkum olurlar. Dirgen Ali, koğuş ağasını “çocuklarına sahip çıkması” konusunda uyarır.
Dirgen ve çocukları köye dönerler. Hacce kadın 6 kurban kestirir.
Bu esnada, Ali Haydar Halep’ten Konya’ya dönmüştür.
Aradan geçen zaman içinde, Yemliha Cezaevinde hastalanır ve ölür. Cesedi, Antep garipler mezarlığına gömülür.
Yemliha’nın öldüğü köyde duyulur. Bu esnada Ali Haydar’da eşi ve çocuklarıyla beraber köye gelir. Yeğeni Yemliha’nın ölümüne içerleyen Ali Haydar, bundan Dirgen Ali’yi sorumlu tutmaktadır. Ali Haydar, köylüyü Dirgen Ali’ye karşı gizliden gizliye kışkırtmaya başlar.
Bostanbeli’nde av’da iken, ovadan birisinin olup bitenleri Dirgen Ali’ye anlatmasına rağmen; Dirgen Ali yeğeni Ali Haydar’ın nankörlük yapmayacağına inanmaktadır.
Köylü Bostanbeli üzerinde hak iddia etmektedir. Ertesi gün Köylü ile görüşmeye Bostanbeli’ne Dirgen Ali ile oğulları İnce Fakı ve Aslan giderler. Her birinde 50’şer mermi vardır. Ancak civarda pusu kurup mevzilenen 100-150 kişi vardır. Aniden 1 el silah sesi duyulur. Bu patlama üzerine, mevzilenenler Dirgen Ali ve oğullarına ateş açmaya başlarlar. Çıkan çatışmada, Dirgen Ali 16 kurşunla ölür. Karşı taraftan da 4 kişi ölür.
Dirgen Ali, eşi Hacce’nin köyü Maravuz’a gömülür.
İnce Fakı suçu üzerine alır, Aslan serbest kalır. İnce Fakı, nefs-i müdafaadan 3,5 yıl yatar.
Cezaevinden çıkan İnce Fakı, Tikenli, Bostanbeli ve Yağlıca meralarını adil bir şekilde köylüye dağıtır. Babasının mirasını da, kardeşleri arasında pay eder.
24 sene sonra, Dirgen Ali’nin kemikleri Maravuz’dan getirtilerek Norşun’da tarlasının başına gömülür.
“DİRGEN ALİ” ROMANI HAKKINDAKİ DEĞERLENDİRMELERİM     
“Dirgen Ali” hakkındaki bu özet bilgilerden sonra, romanın edebi değerlendirmesini yapabiliriz.
“Dirgen Ali” edebiyat türleri içinde “tarihi roman” örneğidir. “Tarihi roman, başlıca kişileri ve olayları tarihten alınan roman, tarihsel roman” olarak tanımlanabilir.
Sıddık Demir Hoca, tarihi bir kişilik hakkında araştırma yapmış ve emek harcayarak kitap haline getirmiştir. Başta da belirttiğimiz gibi, Dirgen Ali hakkında yazılan ilk kitaptır. Bu bir cesaret işidir. Hocayı bu yüzden, ayrıca kutlamak gerekir.
Ancak roman hakkında tenkitlerimi de belirtmeden geçemeyeceğim:
İlkin; Roman tek yanlı bilgilere dayanmaktadır. Dirgen Ali hakkındaki bilgi kaynağı oğlu Ese ve/veya yakın akrabalarıdır. Dirgen Ali’nin yakınlarında subjektif kanaatler ön plana geçeceği için, bilgilerin ne kadar sağlıklı olduğu tartışmalı olacaktır. Dirgen Ali hakkında, yakınlarının bilgi ve değerlendirmeleri yanında mahalli bilgi ve değerlendirmelerin de toplanması, bunların mukayesenin okuyucu ile paylaşılması daha isabetli olurdu.
İkinci olarak; Dirgen Ali’nin yaşadığı dönem hakkında bilgiler verilirken, bu tarihi bilgilerin ne kadar sağlıklı olduğu da tartışmalı olacaktır. Zira masa başında yazılan “resmi tarih”in gerçeklerle ne kadar bağdaştığı zaten tartışmalıdır. Remi tarih mi, gerçek tarih mi?.. Türkiye’nin son 2 yüzyıllık tarihinde kuşkular var. Örneğin; Ermeni ayaklanmaları olurken, Afşin Kalesi civarında da Ermeniler yaşamaktaydı. Afşin Ermenileri, bu olaylara katılmadıkları halde, sürgüne tabi tutulmuştur. Romanda bu konuda hiçbir bilgiye yer verilmemesi önemli bir eksikliktir. Aynı şekilde Maraş’ın kurtuluşundan önce, Mustafa Kemal’in Kılıç Ali’yi Maraş’a gönderdiği ve ileri gelenlerle görüştüğünü ilk kez duyuyorum.
Üçüncü olarak; Romanın geçtiği Afşin, Elbistan, Maraş hakkında yeterli bilgi verilmemesi, tabii ve coğrafi durumu, sosyolojik yapısı, kültürü hakkında yeterli bilgi verilmemesi de önemli bir eksikliktir. Zira roman da (tarihi roman da olsa) mekan ve zaman tasviri çok önemlidir.
Son olarak; Romanın diline de itiraz ediyorum. Zira mahalli bir kişiden söz ediliyorsa, o muhitin dili ile ifade edilmesi, en azından mahalli dile (ve sözlüğe) yer verilmesi gerekirdi.     
“Sizce ideal bir tarihî roman nasıl olmalı?” derseniz. Derim ki;
O dönemde yaşanmış atmosferi aynen aksettirmeli, olayları daha heyecanlı hale getirmek gayretiyle ortaya tipler çıkarılmamalı. Tarihî romanın tipi yazacağımız tarihî olayın içindedir. O olayı ancak o tip veya tipler yapabilir. Bunu bir örnekle açmak isterim. Mesela Fatih de Napoleon da tarihin önemli simalarındandır. İstanbul’un fethini Fatih’e değil de Napoleon’ a yaptırırsak, bizim o havayı aksettirmemiz mümkün değildir. Yirmi sekiz mayıs gecesi "mum donanması" denilen ateş ve ışık şenliğiyle geçti. İstanbul’u tamamen kuşatan Osmanlı’nın deniz ve kara ordusu kandiller, fenerler, meşaleler, ateşler yakarak Kostantiniye’yi ateş çemberine aldı. Askerin hep bir ağızdan getirdiği tekbir ve tehlil sedaları ufukları inletirken Bizanslıların morallerini yerle bir ediyordu. Napoleon tekbir ve tehlili bilmez. Bu olay istanbul’un fethinde çok önemliydi; zikredilmezse eksik kalır; Napoleon’un kumandasındaki ordu tekbir ve tehlil getirirse bu çok komik olur.
Yorum
Çekmegil'den Bir Maraş Şiiri
Yazar Melitenli açık 2006-12-26 19:26:34
1956'te MARAŞ
“Duyardım Kahraman Maraş'ı ama,
“Gördüklerim gelmemişti aklıma,
“Gördüm bu gazi şehri,
“Gezdim bu gazi şehri,
“Bilmem ki nasıl anlatayım,
“-Hüküm ‘zahire’dir-
“Hükmüm,
“Ve benim gördüğüm
“Bu şehir bakiredir...
“Düşman bayrağı yırtılmadan,
“Türk bayrağı dalgalanmadan,
“Cemaatine Cuma namazı kıldırmayan cami;
“Ulu Cami!
“Bu şehirdedir...
“Hamamdan dönen Türk hatunlarına
“Sarkıntılık ettiler diye,
“Dönerek deliye,
“Üç soysuz düşman askerine,
“Aslanlar gibi saldıran,
“Ve pis vücutlarını dünyadan kaldıran,
“Seksenlik ihtiyar,
“Aslan ihtiyar! Bu şehirdedir.
“Teşkilatlı bir orduyu,
“Kancıkça kurulan pis pusuyu,
“Kazma, kürek, balta bıçak
“Ve birkaç silahla kovan,
“Şehitler, gaziler.. bu şehirdedir.
“Bugünde öyle bir yerdir ki, bu şehir:
“En güzel lokantaları içkisiz,
“En güzel otelinde mescit var..
“İnsanları değil çelimsiz,
“Camiler doludur, genç ve ihtiyar,
“Sokakları, müsrif süs kadınlarından ari,
“İnsan inşirah duyar,
“Gezince bu aziz şehri.”
M.Said Çekmegil
***
"DİRGEN ALİ" ROMANI ÜZERİNE
Yazar samigoren açık 2006-12-28 15:29:24
Sıddık Demir Hocanın "Dirgen Ali" romanını (her türlü eksiğine rağmen) herkesin okumasını tavsiye ederim. Mahalli kahramanların, günümüze ve gelecek kuşaklara aktarılması çok önemli...
Sayın okuyuculkarla, Sıddık Demir'in eleştirlerimi hoş karşılayacağına inanıyorum.
Selam ve Dua ile...
dirgen ali romanı
Yazar cengiz açık 2008-01-14 00:40:41
haççe yi şık hamit ağaya kan yerine vermezler. Kalenderlerin adamlarını öldürmüşler. Öldürenler kervinden geçip gitmektedirler.O sırada Şeyhamit ağanın anası mavuş hatın görür bunları. Akderli abuzet ağa ve kardeşi muslu ağa bacıları mavuş hatının evindeler. Mavuş hatın bacısının oğlunu vuran adamların yeni kervinden geçip koçovasına doğru geçtiğini söyler.Abuzet ve muslu ağa hemen peşlerine düşer ve bunları yakalar. Bunları öldürür atlarına yükler maravuza götürür.Kalenderlerin eline silah verip kendilerini öldüren aileden hiç kimse kalmayana kadar öldürürler.Kerevinli şeyh hamit ağanın annesi mavuş hatında abuzet ağanın bacısıdır yani kalenderlerle şıkhamit ağa teyze oğludur.birgün maravuza gittiğinde oğluyla evlendirmesi için 8-10 yaşlarında bir kız verirler bu kız haççedir. haççenin nışanlısı şeyh hamit ağanın oğlu hastalıklıdır gelişmez haççe büyümüştür nışanlısı gelişmemiştir evlendirme olmaz.Şeyh hamit ağa o yıl şerfli yaylasındadır.dirgen ali ne sebeptense haççeyi görür.dirgen ali kaçırmaya geldiğinde çerçi kılığında şeyhhamit ağa nın çadırına gelir ve kaçırır.şeyhhamit ağa devamlı 100-150 tane silahlı adamı olan çevrenin en güçlü ağalarındandır.sivas ve maraş sınırında olmasını iyi kullanmıştır.maraş tarafında problemi olursa sivas ta mürfeze kaldırıyor.Sivas tarafında problemi olursa maraş ta mürfeze kaldırıyor.dirgen ali kaçırdığında sivas mürfezesini dikenliye kaldırıyor ve orasını dağıtıyor. Şethhamit ağa bunun intikamını almamasını kalenderlerin akrabası olmasını ve dirgen ali nin yiğit olmasından dolayı intikam almadığını söylemiştir.
DİRGEN ALİ ROMANI
Yazar osman açık 2008-01-31 08:14:08
Ben yorumu ile konunun aslını ortaya koyan yazar Cengiz Açık'a teşekkür ediyorum ve Sıddık Demir'in konuyu iyice araştırmadan ve Dağlıcada (Maravuz) Kalenderler güçlü bir kabile olmasından dolayı Köyde herkesin bir önyargısı vardır onlara karşı (Hz.Ömer'i hiç görmeden beddua eden kadın gibi) zaten Sıddık Demir Hocanında kullandığı "densiz" kelimesi bunu açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca Dirgen Alinin bu kadar nam salmasında Kalenderlerin rolü hiçmi yok bunu söylemek zorunamı gidiyor. Kalenderleri sevmeyebilirsiniz hocam ama yiğidi öldür hakkını yeme dışardan Maravuz denildiğinde Kalenderler gelir akla
YORUMLARA TEŞEKKÜRLER
Yazar samigoren açık 2008-03-21 22:58:42
Cengiz Açık'a ve Osman Açık'a katkılarından dolayı teşekkürlerimi sunuyorum...
Selam ve Dua ile...
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.
Powered by AkoComment 2.0!
Son Güncelleme ( 27-12-2006 )

18 Kasım 2015 Çarşamba

Eğitimci, Gazeteci, Araştırmacı - Yazar SIDDIK DEMİR'in Yayınlanmış Eserleri


Afşinli Derdiçok

Gündemden kesitler

Ankara Gönül Erleri

Dirgen Ali

En Uzun Gün

Şahan

***
Sevgili okuyucularımız fırsat buldukça Afşinimizin değerli yazarlarına,ozanlarına,sanatçılarına,şairlerine ve Afşin üzerine yazılmış eserlere bu sutunlarda yer vermeye çalışıyoruz.
Bu gün ise Aslen Dağlıca Kasabamızdan olup Ankara Sağlık Bakanlığında çalışmakta olan hemşehrimiz Sıddık DEMİR'den bahsedeceğiz.Şu ana kadar dört kitap çalışmasıyla edebiyat dünyamızda yerini alan Sıddık DEMİR oldukça kapsamlı araştırmalar yaparak 4 kitap kaleme almış.
ANKARA'NIN GÖNÜL ERLERİ isimli kitap Ankara'da medfun bulunan evliyaların  hayat hikayelerini kaleme almış.
GÜNDEMDEN KESİTLER isimli kitapta bir dönemin gündeme damga vuran olaylarını yorumlamış.
AFŞİN'Lİ DERDİÇOK isimli kitap ta ise Afşin'de yaşamış ve geçtiğimiz aylar da mezarı bulunan Afşin'li büyük şair DERDİÇOK'un hayatı ve şiirlerini bir araya getirmiş.
DİRGEN ALİ Ve son olarak geçen yıl yayınladığı DİRGEN ALİ adlı eserinde de Altunelma da yaşamış bir şahsiyet olan Dirgen Ali ve akrabalarının başından geçen destansı hikaye araştırılarak hazırlanmış.
Sıddık DEMİR Kimdir?
1959 yılında Afşin Dağlıca Kasabasında doğdu.Yüksek öğrenimden sonra Kırşehir Lisesinde 1982 yılında öğretmen olarak göreve başladı.Ortaöğrenimin değişik kademelerinde çalıştı.Bilahere Sağlık Bakanlığına bağlı Sağlık Meslek Liselerinde öğretmen ve idarecilik yaptı.Çeşitli Gazete ve Dergilerde Makaleleri yayınlandı.Aşık edebiyatımızın 20.yy.da yetiştirdiği en büyük temsilcilerinden sayılan Afşin'li DERDİÇOK'u Edebiyat dünyasına kazandırdı.Evli ve dört çocuk babası olan yazar halen Sağlık Bakanlığında çalışmaktadır.